10 Haziran 2022 Cuma

SOSYAL MEDYADA FOTOĞRAF PAYLAŞMAK ÜZERİNE

Yazı ve Fotoğraf: Tarık Yurtgezer

Sosyal medya kullananlar arasında fotoğraf paylaşmayan insan hemen hemen yok gibidir. Bazıları, konusunun kendisi olduğu (ne kadar güzelim, ne kadar kültürlüyüm, ne kadar çağdaş bir insanım dün akşam CSO'daydım) fotoğrafları, bazıları gezip gördüğü yerlerde çektiği selfileri, bazıları da, çok ayıp bir şekilde, yediğini içtiğini paylaşır. Bu yazı onlarla ilgili değil.

Benim ilgimi çeken ise fotoğrafla ciddi şekilde ilgilenen, fotoğrafı bir sanat olarak gören fotoğrafçıların paylaşımları. Zaman zaman ben de çalışmalarımı paylaşıyorum. Paylaşma isteği son derece doğal bir eğilimdir. Fakat beğeni sayılarına fazlaca önem vermenin sakıncaları vardır. Fotoğrafçı, çalışmalarına gelen "beğen" sayılarını fazla önemserse, her seferinde kendi rekorunu kırmak gibi bir saplantının içine girebilir. "Son paylaştığım fotoğraf 500 like aldı" gibi gurur cümleleri dilinden dökülmeye başlar. Çok fazla "beğen" alan fotoğraflarındaki ortak ögeleri (örneğin, sudaki blur etkisi) fotoğraflarında artık daha çok kullanmaya ve kendini tekrar etmeye başlar. Böylece fotoğraf "beğen"in sanatı olur.

Jean Jacques Rousseau, 1749 yılında şöyle yazmıştır: "Her sanatçı alkışlanmak ister. Beraber yaşadığı insanların övgüleri onun için en değerli armağandır. Bugünkü gibi, bilginlerin moda olduğu, eğlence düşkünü bir gençliğin zevklere hükmettiği, erkeklerin kadınlara kul köle olup onların istediği gibi yaşadığı, kadınların ürkek huylarına uygun gelmediği için dram şiirinin şaheserlerine, müzik harikalarına değer verilmediği bir çağda ve ülkede doğmak felaketine uğramış bir sanatçı ne yapar? Ne mi yapar, baylar? Dehasını zamanının düzeyine indirir; ölümünden çok sonra beğenilebilecek eşsiz eserler yaratacak yerde, yaşadığı sürece hoşa gidecek eserler vermeye çalışır... Yüksek istidatlı insanlar arasında raslantıyla sağlam ruhlu bir sanatçı çıkar da zamanının düşüncelerine uymaya, çocukça eserlerle kendini küçültmeye razı olmazsa, vay haline! Bir köşede yoksulluk içinde ölür." (Jean Jacques Rousseau, Bilimler ve Sanatlar Üstüne Söylev, Çev. Sabahattin Eyüpoğlu, İstanbul, 1970)

Rousseau döneminde ne fotoğraf ne de sosyal medya vardı. O günlerden bugüne çok şey değişti ama insan psikolojisi hep aynı kalmış anlaşılan.


14 Şubat 2022 Pazartesi

FOTOĞRAFÇI PERSONASI

 Yazı ve Fotoğraf: Tarık Yurtgezer


Persona, antik Yunan tragedya ve komedyalarında oyuncuların yüzlerine tuttukları maskeye verilen isimdir. Bu oyunlarda her karakterin ayrı bir personası vardır ve o karaktere bürünmek için oyuncunun yapması gereken şey o personayı yüzüne tutmaktır.



Persona, Jung psikolojisinde ise kişinin diğer insanlar arasında taktığı kişilik maskesine verilen addır. Kişinin işte, evde, arkadaşlar arasında birden fazla personası vardır.  Örneğin, evinde çok despot bir baba ve eş olan kişi toplum içinde çok müşfik bir baba ve eş olabilir. Böylece topluma uyum sağlar. Çünkü personayı belirleyen toplumdur. Karşısındaki insanların beklentilerinin personayı belirlemesi personanın aynı zamanda bir başkasına da ait olabilecek kollektif bir olgu olduğunu gösterir. İnsan doğduktan sonra hem aile hem de toplum içinde resmi ve gayrı-resmi olarak eğitilir. Bu eğitim sürecinde kendisinden belli kalıplar içinde davranması ve düşünmesi beklenir. Kişi de, içinde yaşadığı toplumdan kopmamak, yabancılaşmamak için bu davranış ve düşünce kalıplarının  insan kişiliğindeki tezahürü olan personalar geliştirir. Bu durum sadece genel anlamıyla toplum içinde değil, toplumun daha alt grupları olan çeşitli topluluklarda da geçerlidir. Kişinin içinde bulunduğu topluluk bir dini cemaat de olabilir, parti, sendika, dernek gibi bir kitle örgütü de; oralarda da kişiden beklenen davranış ve düşünce kalıpları mevcuttur. Dini cemaatlerde bu durum daha katıyken kitle örgütlerinde fikir ayrılıkları olabilir. Ancak bu fikir ayrılıkları, o kitle örgütü içinde belirli davranış ve düşünce kalıplarına uyulması gereken alt topluluklar oluşturur. Toplumun geneline aykırı sayılacak şekilde giyim tarzına ve saç biçimine sahip bir sanatçı ne kadar sıra dışı görünse de yalnızca kendi topluluğundaki giyim ve saç tarzını benimsemiştir. 

Topluluklardaki davranış ve düşünce kalıpları yazılı kurallar olmadığı gibi kişiye sözlü olarak da dikte edilmez; topluluktaki genel eğilimler ve düşünceler takdir edildikçe kalıcı hale gelirler. Böylece kişi, o topluluktan dışlanmasını önleyecek bir persona geliştirir, o topluluğa ne kadar uyum gösterirse kendini o derece güvende hisseder. 

Fotoğraf topluluklarına gelince; oralarda da durum pek farklı değildir. Fotoğraf topluluğu deyince kulüp, dernek, internet paylaşım siteleri, sosyal medya gibi yapıların hepsini dahil ediyorum. Buralarda da davranış ve düşünce kalıpları olduğu gibi fotoğraf kalıpları da vardır. Böyle bir ortama giren bir fotoğraf heveslisi, öncelikle kendini kanıtlamak için toplulukta genel beğeni alan ve kabul gören fotoğrafların benzerlerini çekmeye çalışır. Fotoğrafları beğeni aldıkça, takdir edildikçe birbirinin benzeri, yalnız kendi fotoğraflarının değil tüm toplulukta kabul gören fotoğrafların benzerlerini üretmeye devam eder. 

Bir fotoğraf topluluğuna giren yeni kişinin böyle davranması doğaldır ama bu personanın kalıcı hale gelmesi sakıncalıdır. Çünkü, fotoğrafçı olarak atılım yapma olanağından yoksun kalır. Otuz-kırk yıldır kendisini tekrar eden fotoğrafçıların olduğunu bilirsiniz. Kişinin sahip olduğu fotoğrafçı personası, kişiliğinin derinliklerinden gelen yaratıcı dürtülerin bilince çıkmasını önleyecek derecede güçlüdür ve güvenilir sularda kulaç atmak her zaman yaratıcılığa kapıları kapatır. Düşünün, kimbilir kaç fotoğrafçının, üyesi olduğu toplulukta kabul görmeyeceğinden korktuğu için gün yüzüne çıkaramadığı fotoğrafları ve düşünceleri vardır. Ayrıca personası sayesinde kendisini güvende hissettiği için farklı bir şeyler yapmaya cesaret edemez. Aynı şekilde fotoğraflarını anlamlandırırken ve açıklarken sarf edilen sözcükler, kavramlar, düşünceler hep basmakalıptır. 

Sözün özü, hepimizin birden fazla personası olduğu gibi fotoğrafçı olarak da üyesi olduğumuz toplulukta bir fotoğrafçı personamız vardır. Ancak yaratıcı fotoğrafçılık için  bu personanın esnek olması, öncü fikirlere ve yeniliklere açık olması gerekir. Bunun için de fotoğrafçı, fotoğraflarının arka planında psikoloji, felsefe, antropoloji, mitoloji, tarih gibi bilgi disiplinlerinin bulunması için kendini eğitmelidir. Yoksa, biraz kontrast vermekle, doygunluğu ve keskinliği arttırmakla çok yol alınamaz. 


22 Ocak 2022 Cumartesi

ÇAY YOLU VE FOTOĞRAF

Yazı ve Fotoğraflar: Tarık Yurtgezer


Japonca Çado veya Çanoyu diye adlandırılan Çay Töreni, kökleri Zen Budizm'in ilkelerine dayanan ve hayatın günlük rutininde güzeli bulabilen bir gelenektir. Çay töreni düzenlemek ve çay servisi yapmak bir sanat ve tinsel bir disiplindir.

Çay töreninin amacı şu basit ifade ile açıklanabilir: "ichi go ichi e" yani "her an sadece bir kez gerçekleşir." Çay törenini özel kılan şey; şu anda mevcut olmak ve bu anın bir daha asla geri gelmeyeceğini hatırlamaktır. Konuklar kendilerini, insanlarla uyum içinde çay içme deneyimine kaptırmalıdır. Çay odasında hiyerarşi yoktur, bütün katılımcılar, günlük hayattaki mevkilerine bakılmaksızın eşittir. 

Çay töreni yalnızca çay içmek için bir araya gelmek değil, aynı zamanda doğanın güzelliğini yansıtan, karşılıklı saygı ortamında arkadaşlık ruhuyla bu huzurlu sessizliği paylaşmaktır. Tören sahibi ve konuklar, kısa süren karmaşık hayatımızın akışında geçen her anın önemini bilirler. 




Okakura Kakuzo, Çay Kitabında şöyle yazar:
                        
                        Çay Yolu en sıradan günlük işlerde bile güzele duyulan hayranlık
                        üzerine kurulmuş bir kültürdür. Çay Yolu saflığı, uyumu, karşılıklı
                        anlayışın sırrını ve toplumsal düzene özgü duygusal boyutu öğretir.

Çay törenindeki her nesnenin bir rolü vardır. Kullanılan kaplardaki asimetri ve kusurluluk, dünyada hiçbir şeyin mükemmel olmadığına ve egosuzluğa gönderme yapar. Bu kapların kusurluluğu, hayatın daha gerçekçi ve daha güzel bir görünümünü ortaya koymak için mükemmellik arzusundan vazgeçmenin bir işaretidir. Bambu vazodaki tek bir çiçek sizi sade güzelliklere zaman ayırmaya davet eder. Bronz çaydanlığın üzerindeki çizikler zamanın izleridir ve bize, zaman geçtikçe bizim de değişeceğimizi ima eder.

Bu felsefe üzerine kurulu olan çay töreni şu dört temel ilkeye dayalıdır:

WA (UYUM): Konuk ve tören sahibi, doğa, çay gereçleri ile yaşamın kendisi arasındaki olumlu etkileşime ve huzura gönderme yapan ilkedir. Etkileme, rekabet etme ve hükmetme arzularından arınmış, bireysel egoların birleşmesini ve aşılmasını sağlayan bir yaşam biçimi aracılığıyla çay odasının dışına uzanır.

KEİ(SAYGI): Herkesi anlama ve kabul etme yeteneğidir. Her şeye saygı gösterme ve saygı duyulacak kadar alçakgönüllü olma eylemi. Konuklar ve tören sahibi birbirlerine empati duyarlar. İnsanlara olduğu kadar çay gereçlerine de saygı gösterilir. Çünkü onlar sadece insan emeğinin bir ürünü olarak değil aynı zamanda doğa aracılığıyla vardır. 

SEİ (SAFLIK): Kendine ve başkalarına saf ve açık bir kalple davranma becerisini temsil eder. Bu saflık mutlak temizlik değil, saf niyettir. Çay odasının ve bahçenin temizliği ile kişinin kalp ve ruh temizliği koşuttur. 

JAKU (HUZUR): Ulaşılması gereken bir hedef değil, ilk üç ilkeyi (Uyum, Saygı, Saflık) izlemenin doğal bir sonucudur. Sürekli olarak Uyum, Saygı ve Saflık pratiğiyle kalben çaya yönelen kişi Jaku'nun mutlak sükûnetine yaklaşır.



Japon çay törenine ait ilkeler fotoğrafçılığa da uygulanabilir. Çay töreni uygulayıcıları ve katılımcıların uydukları bu ilkeler yalnızca çay töreni bağlamında geçerli değildir. Bu ilkeleri çay salonu dışındaki hayatlarına da katarlar. 

Wa (Uyum); fotoğrafçılar insanlarla ve doğayla uyum içinde olmalıdır. 

Kei (Saygı); fotoğrafçı çektiği konuyu bir av olarak görmez, ona saygı duyar. Çektiği çiçeğe teşekkür eden fotoğrafçılar vardır. 

Sei (Saflık); fotoğrafçının çekim sırasında zihninin ve ruhunun saflığıdır, fotoğraf çekmek dışındaki tüm düşüncelerden arınmış bir zihni temsil eder. 

Jaku (Huzur); diğer üç prensibin uygulanmasıyla fotoğrafçının ulaştığı bir farkındalık halini anlatır. Fotoğrafçının içsel sükûneti fotoğrafına da yansıyacaktır.