18 Haziran 2020 Perşembe

ÖZDEŞLEYİM, SOYUTLAMA VE FOTOĞRAF


Yazı ve Fotoğraflar: Tarık Yurtgezer

“Her bilgi bir özne-nesne ilgisine dayanır. Bilginin suje-obje ilgisi içinde ortaya çıkması, sujenin objeyi belli bir perspektif altında kavraması onu yorumlaması demektir. Her sanat yapıtı, bir estetik obje olarak yorumlanmış varlığı ifade eder... Her sanat yapıtı, her estetik obje bir obje yorumu gösterdiğine göre, buradan her sanat yapıtının, her estetik objenin temelinde bir bilgi objesi bulunması gerektiği sonucu doğar. Çünkü sanatçı sujesi ile bu sujenin yöneldiği obje arasındaki ilgi, objenin suje tarafından görülmesi, kavranması temel akt’ına dayanır.”[i]
“Sanatçı bilgi objesini tuvale geçirir. Ama tuvalde şekillenmiş olan bilgi objesi artık bir bilgi objesi olmaktan çıkar ve bir estetik obje haline gelir.[ii]
Sanatçı,  duyusal (nesnel) gerçekliği[iii] duygusal (öznel)gerçekliğe dönüştüren kişidir. Bu dönüştürme işi bir süreçtir ve sonuçta bir ürün ortaya çıkar ki, biz ona sanat eseri deriz.
Duyusal (nesnel) gerçeklik herkes için aynı şeydir. Oysa duygusal gerçeklik kişiden kişiye değişiklik gösterir. Aynı nesnel gerçekliğe bakan herkesin duygulanımı farklı olur. Aynı şekilde bir sanat eserine bakanlar da farklı duygulanımlar yaşarlar. Bu nedenle bir sanat eseri hakkında genel-geçer, objektif bir yargı yoktur.
Bir sanat eserinin yaratılması süreci de benzer bir süreçtir. Sanatçı da duyusal (nesnel) gerçekliğe baktığında yaşadığı duygulanım sürecini somutlaştırır. Bu sürecin somutlaştırılması kendini sanat eseri olarak ortaya koyar.


Duyusal gerçekliğin duygusal gerçeklik olarak da kavranması, sanat tarihi sürecinin bilimin tarihsel sürecinden daha eskiye dayanmasının da nedenidir. Çünkü “ilkel insanda salt algı etkinliği duygusal etkinliklerle karışır. Algı, nesneleri, varlığı yalnız gerçeklikler olarak değil de, aynı zamanda sempati ve antipati objesi olarak kavrar. Böyle bir kavrayış içinde gerçeklik dünyası aynı zamanda bir duygu dünyası olur.”[iv]
İnsan nesnel gerçeklikten etkilenmekle birlikte estetik yaşantısı duygu dünyasında gerçekleşir.
İnsanlar hiç bir karşılık beklemeksizin maddi çıkardan uzak şiir yazıyor, resim yapıyor kısaca sanata yöneliyor. İnsanda sanata, güzele karşı bir dürtü var demek ki!
Biz hiç bir maddi karşılık beklemeksizin neden fotoğraf çekiyoruz? Çünkü güzel bir şeyler yapmak istiyoruz. Objektifimizi doğaya (nesnel gerçeklik) yöneltiyor ve bir kompozisyon oluşturuyoruz. Doğadan küçük bir parçayı fotoğrafmızın içine yerleştiriyoruz. Seçtiğimiz konu o konuya yaklaşım biçimimiz tamamen bizim duygulanım sürecimizle ilgili psişik bir olgu. Belki farkında değiliz ama bunu ancak iki şekilde yapabiliyoruz. Ya konuyla özdeşleyim (empati) kuruyor ya da konuyu nesnel gerçeklikten soyutluyoruz.


Konuyla bir özdeşleyim kurma, konuyu kendi içimizde hissetme, duygularımızı konuya aktararak o görüntüye katılma, konuyla bir olmadır. O konu bir kır çiçeği olabildiği gibi grev çadırındaki bir işçi de olabilir. Bu bağlamda fotoğrafçı fotoğraftaki obje ile kendini özdeşleştirir, onu kendi içinde duyar ve bu duygu ile fotoğraf çeker.
Ya da fotoğrafçı başka bir şey yapar. Nesnel gerçekliklle özdeşleyim kurarak fotoğraf çekmez de nesnel gerçeklik yerine öznel gerçekliğinin ta kendisini koyar. Bu, nesnel gerçekliği tüm ilineklerinden koparıp onun özüne ulaşma ve orada mutlak varlığı bulma isteğidir. Biz bu edime soyutlama diyoruz.
Soyutlama nesnel gerçeklikten bir uzaklaşma gibi görülse de temelinde yine nesnel gerçeklik vardır. Soyutlama nesnel gerçeklikten ne kadar az pay alırsa o derece soyuta[v] yaklaşır.
Özdeşleyimde nesnel gerçeklikle bir olma varken soyuta yönelmede nesnel gerçekliği aşma, ötesine geçme isteği vardır. Özdeşleyim nesnel gerçeklikle bir diyolog iken soyutlama bir monologdur.


Soyutlama tam olarak fenemonolojideki epoche durumudur. Yani nesnel gerçekliği paranteze alır hakkında bir yargıya varmaz. Onun özüne, mutlak’a ulaşmak ister. Bu bağlamda soyuta yönelme bir idealizmdir. Fizik dünyanın ötesine geçme isteği olduğu için metafiziktir de. Soyut sanatçının (fotoğrafçının) ulaşmak istediği şey Platon’un idea’sı, Kant’ın noumen’i, Husserl’in eidos’u dur.
Soyuta yönelme nesnel gerçeklik hakkında bir yargı vermediğinden toplumsal gerçeklikten de bir kopuş, toplumsal sorunlara bir ilgisizlik yönünde eleştirilebilir. Ama unutulmamalıdır ki, soyut sanatın da toplumsal temelleri vardır ve diğer modern sanat akımları gibi soyut sanat da burjuvazinin yerleşik sanat anlayışına bir tepki olarak doğmuştur.












[i] İsmail TUNALI, Felsefenin Işığında Modern Resim, Remzi Kitapevi, 1992, İstanbul, s.11.
[ii] A.g.y. s.12
[iii] Duyular yoluyla algılanan gerçeklik
[iv] İsmail TUNALI, Estetik, Cem Yayınevi, 1979, İstanbul, s.43.
[v] Soyut kelimesinin Osmanlı Türkçesinde kullanılan karşılığı olan mücerred, tecrit edilmiş anlamına geldiği gibi çıplak, yalın, tek, saf gibi anlamları da vardır (Bkz. Şemseddin Sami, Kâmûs-ı Türkî, 1989, İstanbul, s.1292).