Yazı ve
Fotoğraflar: Tarık Yurtgezer
“Her bilgi bir özne-nesne
ilgisine dayanır. Bilginin suje-obje ilgisi içinde ortaya çıkması, sujenin
objeyi belli bir perspektif altında kavraması onu yorumlaması demektir. Her sanat
yapıtı, bir estetik obje olarak yorumlanmış varlığı ifade eder... Her sanat
yapıtı, her estetik obje bir obje yorumu gösterdiğine göre, buradan her sanat
yapıtının, her estetik objenin temelinde bir bilgi objesi bulunması gerektiği
sonucu doğar. Çünkü sanatçı sujesi ile bu sujenin yöneldiği obje arasındaki
ilgi, objenin suje tarafından görülmesi, kavranması temel akt’ına dayanır.”[i]
“Sanatçı bilgi objesini tuvale
geçirir. Ama tuvalde şekillenmiş olan bilgi objesi artık bir bilgi objesi
olmaktan çıkar ve bir estetik obje haline gelir.[ii]
Sanatçı, duyusal
(nesnel) gerçekliği[iii]
duygusal (öznel)gerçekliğe dönüştüren kişidir. Bu dönüştürme işi bir
süreçtir ve sonuçta bir ürün ortaya çıkar ki, biz ona sanat eseri deriz.
Duyusal (nesnel) gerçeklik herkes
için aynı şeydir. Oysa duygusal gerçeklik
kişiden kişiye değişiklik gösterir. Aynı nesnel gerçekliğe bakan herkesin
duygulanımı farklı olur. Aynı şekilde bir sanat eserine bakanlar da farklı
duygulanımlar yaşarlar. Bu nedenle bir sanat eseri hakkında genel-geçer,
objektif bir yargı yoktur.
Bir sanat eserinin yaratılması
süreci de benzer bir süreçtir. Sanatçı da duyusal
(nesnel) gerçekliğe baktığında yaşadığı duygulanım sürecini somutlaştırır.
Bu sürecin somutlaştırılması kendini sanat eseri olarak ortaya koyar.
Duyusal gerçekliğin duygusal
gerçeklik olarak da kavranması, sanat tarihi sürecinin bilimin tarihsel
sürecinden daha eskiye dayanmasının da nedenidir. Çünkü “ilkel insanda salt
algı etkinliği duygusal etkinliklerle karışır. Algı, nesneleri, varlığı yalnız
gerçeklikler olarak değil de, aynı zamanda sempati ve antipati objesi olarak
kavrar. Böyle bir kavrayış içinde gerçeklik dünyası aynı zamanda bir duygu
dünyası olur.”[iv]
İnsan nesnel gerçeklikten
etkilenmekle birlikte estetik yaşantısı duygu dünyasında gerçekleşir.
İnsanlar hiç bir karşılık
beklemeksizin maddi çıkardan uzak şiir yazıyor, resim yapıyor kısaca sanata
yöneliyor. İnsanda sanata, güzele karşı bir dürtü var demek ki!
Biz hiç bir maddi karşılık
beklemeksizin neden fotoğraf çekiyoruz? Çünkü güzel bir şeyler yapmak
istiyoruz. Objektifimizi doğaya (nesnel gerçeklik) yöneltiyor ve bir
kompozisyon oluşturuyoruz. Doğadan küçük bir parçayı fotoğrafmızın içine
yerleştiriyoruz. Seçtiğimiz konu o konuya yaklaşım biçimimiz tamamen bizim
duygulanım sürecimizle ilgili psişik bir olgu. Belki farkında değiliz ama bunu
ancak iki şekilde yapabiliyoruz. Ya konuyla özdeşleyim (empati) kuruyor ya da konuyu
nesnel gerçeklikten soyutluyoruz.
Konuyla bir özdeşleyim kurma, konuyu kendi içimizde hissetme, duygularımızı
konuya aktararak o görüntüye katılma, konuyla bir olmadır. O konu bir kır
çiçeği olabildiği gibi grev çadırındaki bir işçi de olabilir. Bu bağlamda
fotoğrafçı fotoğraftaki obje ile kendini özdeşleştirir, onu kendi içinde duyar
ve bu duygu ile fotoğraf çeker.
Ya da fotoğrafçı başka bir şey
yapar. Nesnel gerçekliklle özdeşleyim kurarak fotoğraf çekmez de nesnel
gerçeklik yerine öznel gerçekliğinin ta kendisini koyar. Bu, nesnel gerçekliği
tüm ilineklerinden koparıp onun özüne ulaşma ve orada mutlak varlığı bulma
isteğidir. Biz bu edime soyutlama diyoruz.
Soyutlama nesnel gerçeklikten bir
uzaklaşma gibi görülse de temelinde yine nesnel gerçeklik vardır. Soyutlama
nesnel gerçeklikten ne kadar az pay alırsa o derece soyuta[v]
yaklaşır.
Özdeşleyimde nesnel gerçeklikle
bir olma varken soyuta yönelmede nesnel gerçekliği aşma, ötesine geçme isteği
vardır. Özdeşleyim nesnel gerçeklikle bir diyolog iken soyutlama bir monologdur.
Soyutlama tam olarak fenemonolojideki epoche durumudur. Yani nesnel gerçekliği
paranteze alır hakkında bir yargıya varmaz. Onun özüne, mutlak’a ulaşmak ister.
Bu bağlamda soyuta yönelme bir idealizmdir. Fizik dünyanın ötesine geçme isteği
olduğu için metafiziktir de. Soyut sanatçının (fotoğrafçının) ulaşmak istediği
şey Platon’un idea’sı, Kant’ın noumen’i, Husserl’in eidos’u dur.
Soyuta yönelme nesnel gerçeklik
hakkında bir yargı vermediğinden toplumsal gerçeklikten de bir kopuş, toplumsal
sorunlara bir ilgisizlik yönünde eleştirilebilir. Ama unutulmamalıdır ki, soyut
sanatın da toplumsal temelleri vardır ve diğer modern sanat akımları gibi soyut
sanat da burjuvazinin yerleşik sanat anlayışına bir tepki olarak doğmuştur.
[i] İsmail
TUNALI, Felsefenin Işığında Modern Resim, Remzi Kitapevi, 1992, İstanbul, s.11.
[ii] A.g.y.
s.12
[iii]
Duyular yoluyla algılanan gerçeklik
[iv] İsmail
TUNALI, Estetik, Cem Yayınevi, 1979, İstanbul, s.43.
[v] Soyut
kelimesinin Osmanlı Türkçesinde kullanılan karşılığı olan mücerred, tecrit edilmiş
anlamına geldiği gibi çıplak, yalın, tek, saf gibi anlamları da vardır (Bkz.
Şemseddin Sami, Kâmûs-ı Türkî, 1989, İstanbul, s.1292).