25 Kasım 2011 Cuma

"SAFRANBOLU'DA ZAMAN"(*)

20 Kasım sabahı Safranboluya doğru 22 kişi yola çıktık. Güneşli bir gündü. Yolda mola verdiğimiz Cankurtaran mevkiinde havanın güneşli olmasına rağmen kırağılar çözülmemişti. 1400 metre rakımda buz tutmuş gölet manzarasına karşı çaylarımızı içtik.

Öğleye doğru vardığımız Safranbolu'da ilkin hıdırlık tepesine çıkıp kentin panoramasını izledik ve fotoğraflar çektik.

Kış güneşi ışınlarını yatık gönderdiği için öğlen olmasına rağmen nitelikli bir ışık vardı ve bu ışık Safranbolu'yu sarıp sarmalıyordu. Daha sonra aşağıya indik ve şehrin içine dağıldık. Burada arkadaşlarımız hem fotoğraflarını çektiler hem de yemeklerini yediler.



Öğleden sonra kararlaştırdığımız yerde ve saatte buluşup arabamız bindik ve Sırçalı (Düzce) kanyonunun yolunu tuttuk. Yolumuz üzerindeki Yazıköy kanyonunda küçük bir fotoğraf molasından sonra Sırçalı konyonuna ulaştık.




Hemen herkesin hayran kaldığı kanyonu fotoğraflayarak akşamı ettik ve Ankara'ya doğru yola çıktık.

Tarık Yurtgezer

(*) Safranbolu'da Zaman adlı ünlü belgeselin yönetmeni Süha Arın'ın anısına saygıyla...

2 Kasım 2011 Çarşamba

KORKUTAN CENNET, KÜRE DAĞLARI

Bir yandan güzelliklerine hayran kalıp bir yandan da uçurumlardan aşağılara bakarken ürperiyorsunuz.

Küre Dağlarında dolaşırken hayranlık ve saygı duygularıyla baktık hep bu dağlara.


 
29-30 Ekim günleri Küre Dağları Milli Parkındaydık ve harika iki gün geçirdik. 28 Ekim Cuma akşamı yola çıktık ve gece yarısını geçen bir saatte konaklayacak olduğumuz Yanık Ali Konağına ulaştık. Yanık Ali Konağı Azdavay'dan 6 km ileride Başören köyünde. Güzel bir konak ama kaloriferleri yanmasına rağmen hafta içi hiç yanmadığı için bina henüz ısınmamıştı ve ilk gece bazı arkadaşlarımız üşüdüler.

Sabah kahvaltıdan sonra 18 km ötedeki Pınarbaşına doğru yola çıktık. Hava kapalıydı ama açacağına dair emareler de yok değildi. Pınarbaşına vardığımızda öğle kumanyası için bir gün önceden siparişini verdiğimiz Kastamonu'nun meşhur etli ekmeklerini de alarak yola devam ettik. Yolda verdiğimiz fotoğraf molasından sonra öğlene doğru Muratbaşı köyünün yakınlarında arabamızdan indik. Buradan Valla Kanyonuna kadar bir buçuk kilometrelik bir patikayı yürümek gerekiyordu. Biz de hem yürüdük hem de fotoğraf çektik. Patikanın sonunda Valla kanyonunun en güzel göründüğü noktalardan biri olan Bakacak kayasına ulaştık. Bu noktaya ulaştığımız anda da hava tamamen açmıştı. Buradaki seyir terasından hem manzarayı seyrettik hem de fotoğraflarını çektik.


 
Aynı patikadan dönerek aracımıza ulaştık. Artık öğlen olmuştu ve karnımız da acıkmıştı. Oldukça lezzetli olan etli ekmeklerimizi yedik ve Ilıca şelalesine doğru yola çıktık.

Şeşalede uzun pozlamalarla akarsuda "blur" etkisi elde etmek istediğimiz için ışığın azaldığı saatleri beklememiz gerekiyordu. Biz de Ilıca Park tesislerinde çay içerek vakit geçirdik. Bu süre içersinde arkadaşlarımız çevrede fotoğraf çekmeye devam ettiler.

Zaman geldiğinde ise patikadan 10 dakikalık bir yürüyüşle şelaleye ulaştık. Ilıca şelalesi yaklaşık 15 metre yüksekten altında oluşan ve çok güzel bir yeşil tona sahip olan doğal havuza dökülüyor. Tabi hemen deklanşörlere basılmaya başlandı. Sadece şelale değil kayaların arasında akan suda oluşan şelalecikler de iyi fotoğraf verdiler. Günü buradaki çekimler sonrası Ilıca köyünde odun ateşinde demlenen çayla noktaladık.






Akşam yemeğini topluca Pınarbaşı'nda yedikten sonra Konağımıza geri döndük. Ev sahibemiz çay demlemiş bizi bekliyordu. Bu akşam konak da sıcaktı. Otuduğumuz salonda koyu bir sohbet başladı. Herkes de kendi meşrebine göre bir şeyler içti.

Sabah kahvaltı sonrası konak çalışanlarına veda edip Çatak Kanyonuna doğru yola koyulduk. Bir süre orman yolunda ilerledikten sonra bizi kanyonu tepeden gören noktaya götürecek patikanın başında arabadan indik. Buradan itibaren patika masallardakini andıran bir ormanın içinde 1 km kadar ilerliyor. Bazı ağaçların gövdeleri ve dalları yemyeşil yosun ve likenlerle kaplanmış durumda. Yere devrilmiş ağaçlar kaldırılmayıp çürümeye terkedilmiş. Bunların üzerinde yer yer mantarlara rastlıyorsunuz. Patikanın sonunda kendinizi ürkütücü bir uçurumun kenarında ve muhteşem bir manzaranın karşısında buluyorsunuz. Çatak Kanyonu ve Küre Dağları tüm görkemiyle karşınızda. Çok aşağılarda kanyonun dibinde akan Çatak deresini görebiliyorsunuz.




Burada epey bir vakit geçirdikten sonra aynı patikadan geri döndük. Tabi orman içine mantar fotoğrafı çekmeye dağılmış bazı arkadaşları da toplamak bir hayli zaman aldı.

Hava soğumuştu ve grubun büyük kısmı üşümüştü. Bu yüzden kumanyamızı arazide yemedik ve Pınarbaşı'na döndük. İçinde kocaman bir sobanın yandığı Kahvede masalar birleştirildi, çaylar söylendi ve peynir, domates, çömlek helvası ve ekmekten oluşan kumanyamızı afiyetle yedik. Kısa bir alışveriş molasından sonra Karabük üzerinden Ankara'ya dönmek üzere yola çıktık. Gezi programı eksiksiz uygulanmış, herhangi bir aksilik olmamıştı. Herkes yorgun ama keyifli bir şekilde Ankara'ya döndü.

26 Ekim 2011 Çarşamba

BÜRNÜK GÖLETİNDE BİR GÜN

23 Ekim 2011 Pazar günü Mengen yakınlarındaki Bürnük göletine çekime gittik. Ekip kalabalıktı. Buna rağmen Ankara'dan beş dakikalık bir gecikmeyle kalktık. Yoldan aladığımız bir kaç arkadaşla birlikte grup tamamlandı ve keyifli bir yolculuk başladı.

Gerede'yi geçip Bartın yoluna saptık. Bu yol üzerindeki ilk yerleşim olan Mengen'e ulaşmamız fazla uzun sürmedi. Mengen'e vardıktan sonra ilçe merkezinden Eskipazar yoluna döndük ve kısa bir süre sonra sola ayrılan yolda göletin tabelasını gördük. Bu tabela sizi yanıltabilir. Çünkü Bürnük adı değiştirilerek Şirinyazı yapılmış (bu ad değişiklikliklerini çok gereksiz bulduğumu söyleyeyim bu arada).


Son bir buçuk kilometresi toprak olan yol sizi doğrudan gölete götürüyor. Küçük bir gölet ve çevresi ormanlarla kaplı. sararma başlamış ama daha tam olamamış. Yine de sudaki yansımalar fotoğrafçılar için çekici. Göletten çıkarak aşağılara doğru akan derenin çevresi sık ağaçlık ve bu nedenle loş ve nemli. Yani mantarlara raslayabileceğiniz ideal bir ortam.


Zaten arkadaşlar da bu fırsatları kaçırmadı. Arkadaşlarımız da bir yandan ortamı yaşarken bir yandan da fotoğraflarını çektiler. Acıkınca da gölet çevresindeki piknik masalarında kumanyalarımızı yedik.


Bir dinlenme anında yanımdaki arkadaşlarımla sohbet ederken yöre sakinlerinden olduğu her halinden belli olan bir kişi yanıma yaklaşarak "Tarık hoca siz misiniz?" diye sordu. O an içimden "demek şöhretim buralara kadar yayılmış" diye bir düşünce geçti. "Evet benim" dedikten sonra "hocam otobüs için giriş ücreti alcaktım" deyip cebinden bir makbuz koçanı çıkarmasın mı. Meğerse bizim kaptandan isteyince o da "Tarık hoca verecek" demiş. Hem paramızı ödedik hem de bizim için hoş bir anektod oldu bu olay.


Orada bulunduğumuz süre içersinde hemen herkes hem manzara hem makro fotoğrafları çekerek oldukça verimli bir gün geçirdi.



Dönüş yolunda herkes neşe ile sohbet ederken Van'da deprem olduğu haberi hepimizin moralini bozdu.

Bir sonraki gezimizin de aynı şekilde keyifli, verimli ve kötü haber almadan geçmesini diliyoruz.

Tarık Yurtgezer

17 Ekim 2011 Pazartesi

NALLIHAN’IN DOĞAL GÜZELLİKLERİ


Ankara’nın en güzel ilçelerinden biri olan Nallıhan’ın Hititler’den bugüne kadar olan uzun bir tarihi ve köklü bir yerel kültürü vardır. Roma döneminden kalma nekropol bölgesi, Selçuklulardan kalma yapıları ve Nallıhanlı kadınların el emeği göz nuru iğne oyaları Nallıhan’ın görülmesi gereken kültürel değerleridir.

Bunların yanısıra Nallıhan bir çok doğal güzelliğe de sahiptir.

İçanadolu bozkırından Batı Karadeniz ormanlarına geçiş kuşağında yer alan Nallıhan, çok kıraç arazilerden, içerisinde şelalerin aktığı ormanlar bulunan yüksek dağlara kadar çeşitli habitatları bünyesinde barındırır. Baraj gölleri, kuş cenneti, eşsiz jeolojik formasyonlar Nallıhan’ın sahip olduğu doğal değerlerin sadece bir kaç tanesidir. Bu kadar habitat çeşitliliği flora ve fauna bakımından da Nallıhan’ın doğasına zenginlik katar.

Eğer Nallıhan’a Göynük üzerinden geliyorsanız Mudurnu sapağına varmadan sağınızda görkemli bir dağ görürsünüz. Sarıçalı Dağı; hakim ağaç türünün karaçam olduğu ormanlarla kaplı bu dağın zirvesi dev bir kaya kütlesinden oluşur. Siz bu dağa hayranlıkla bakarken önünüze bir tabela çıkar: “Uyuzsuyu Şelalesi”. Hemen direksiyonu sağa giren yola kırın ve  yakındaki Karacasu köyünde bir mola verin. Bu köyde Nallıhan Kaymakamlığının ve Nallıhan Turizm Gönüllüleri Derneğinin çabalarıyla restore edilen ve hizmete açılan Köy Sofrası adlı işletmede bir çay içebilir, hatta yerel lezzetleri tadabilirsiniz.

Sarıçalı Dağının eteğindeki bu köyden dağa doğru bir orman yolu gider. Bu yoldan altı kilometre kadar çıktıktan sonra Uyuzsuyu Şelalesine ulaşırsınız. Özel bir şelaledir. Neden mi? Bir kere bu şelale yeraltında çıkan bir suyun dökülmesiyle oluşur. Sonra, bu su her yılın Mart ayında akmaya başlar ve yaz sonuna doğru kesilir. Her yıl Mart ayı geldiğinde 21 marta yakın günlerde kaynağından çıkan su giderek çoğalır ve az ilerde binlerce yılda oluşturduğu travertenler üzerinden yaklaşık kırk metre aşağıya şarıldayarak dökülür. Ayrıca bu şelalenin suyu 36 derece sıcaklıktadır ve halk tarafından uyuz hastalığına iyi geldiğine inanılır. Eskiden köylüler uyuz olan hayvanlarını bu suda yıkarlarmış. Hatta buraya Bolu’dan hayvanlarını yıkamaya getirdikleri de anlatılır. Ancak bugün pek hayvancılık kalmadığı için bu uygulamayı da göremezsiniz. Ama bu şelaleyi seyretmek sizin bütün yorgunluğunuzu alacaktır.

Sarıçalı Dağının yollarına vurursanız kendinizi ve de aylardan haziran ise yaben çiçeklerinin her yeri kapladığını görür ve bu çeşitlilik karşısında şaşırırsınız.




Nallıhan içe merkezine vardıktan sonra yolunuza devam edin. İlçe çıkışında yol ikiye ayrılır. Sol taraftaki yol Eskişehir yönüne doğru gider. Eğer devam ederseniz bu yol üzerinde Meyilhacılar köyü yakınlarındaki anıt ardıç ağacını görürsünüz. Beş yüz yaşında olduğu söylenir. Ayrıca bu yol üzerinde biraz içerlere girerek Gökçekaya baraj gölünü ve Soğukkuyu şelalesini de görebilirsiniz.

Eğer sağdaki yoldan Ankara yönüne doğru giderseniz. Önünüze Nallıhan’a bağlı iki belde çıkacak; Sarıyar ve Çayırhan.

Sarıyar yönüne doğru giderseniz yolda Sakarya nehrinin çok güzel göründüğü bir noktadan bu güzel ırmağı izleyebilirsiniz.

Sarıyar beldesinden Sarıyar barajının 110 metre yüksekliğindeki beton dolgu gövdesi görülür. Baraj kıyısına inmek isterseniz kayıkbaşı bölgesine gidebilirsiniz. Buraya yakın bir yerde Anadolu Yaban Koyunu koruma sahası bulunur. Şansınız varsa koyunları görebilirsiniz. Sarıyar’dan ayrılıp Çayırhan’a doğru yola koyulun artık.


Çayırhan beldesi kömür madenlerinin ve bir termik santralın bulunduğu bir yerleşim birimidir. Fakat oraya gelmeden önce Çayırhan köprüsünü geçince hayret ve hayranlık içinde kalacaksınız. Burası Davutoğlan Kuş Cenneti’dir. Aladağ çayının Sarıyar baraj gölüne karıştığı yerde mevsimsel olarak oluşan bir sulak alan olan bu bölge ilkbahar aylarında çok kalabalık bir kuş toplluğuna ev sahipliği yapar. Yıl boyunca burada 179 kuş türüne rastlanabilir. Ancak bu sulak alanın çevresindeki tepeler olağanüstü bir görüntüye sahiptir. Jeolojik devirlerde deniz dibi çökelleri olarak biriken tabakalar erozyonun etkisiyle renk renk çizgi çizgi ortaya çıkarak ortama gerçeküstü bir görüntü kazandırmışlardır. Toprakta çok az organik madde olması nedeniyle bu tepeler hemen hemen çıplaktır.




Kuş gözlemcilerinin ve manzara fotoğrafçılarının uğrak yeri olan bu bölgeden ayrılıp kısa süre sonra Çayırhan beldesine ulaşabilirsiniz. Yorulduysanız burada baraj gölü kıyısında oturup bir semaver söyleyebilirsiniz. Çayınızı içtiğiniz bahçenin yakınındaki iskeleden Çayırhan Belediyesi tekne kaldırmaktadır. Sarıyar baraj gölünde dört saat süren bu turu başka bir güne bırakıp Eski Çayırhan denilen bölgeye doğru yönelin. Eski Çayırhan denilen bölge Sarıyar baraj gölünün kıyısındadır. Çayırhan’ın eski yerleşimi şimdi baraj sularının altında kaldığından bu adla anılır. Çayırhan’ın içinden geçilip varılan bölgede toprak bir yol üzerinde ilerlersiniz. Sağ yanınızda baraj gölü vardır. Sol tarafınıza baktığınızda ise kendinizi başka bir gezegende sanabilirsiniz. Olağanüstü renk ve formda jeolojik yapılar böyle bir sanıya kapılmanıza neden olur. Çünkü böylesini hiç bir yerde görmemişsinizdir. Bu bölgeyi gezdikçe kendinizi hayret ve hayranlık karışımı duygular içinde bulacaksınız. Buradan ayrıldıktan sonra bile bu duygularınız devam edecektir.



Ülkemizin güzel bir köşesini gezdiniz ve çok özgün yapılarla karşılaştınız. Nallıhan’da gördüğünüz bu doğal güzellikleri unutamayacaksınız ve tekrar gelmek isteyeceksiniz.

Tarık Yurtgezer


16 Ekim 2011 Pazar

Bolluk Gölü Celil Boğazı Gezisi

Merhaba Arkadaşlar,

Ankara Fotosafari Grubunun ilk gezisi gayet keyifli ve verimli geçti. Katılan arkadaşların hepsi çok memnun kaldılar.

Sabah sekizde Sıhhiyeden hareket edip yoldan binecek olan arkadaşlarımızı da aldıktan sonra Konya - Adana yol ayrımındaki Baran tesislerinde mola verdik. Çaylar içilip börekler kekler yenildikten sonra Cihanbeyli yönüne doğru yola devam ettik. Cihanbeyli'yi geçtikten sonra Bolluk gölüne ulaştık. Çok sığ ve tuzlu bir göl olan Bolluk bu mevsimde sularını tamamen kaybediyor ve geriye bir tuz tabakası kalıyor. Buna rağmen güzel manzaralar sundu bize. Ayrıca çevresindeki traverten konileri oldukça ilginç geldi arkadaşlara.

Bolluk gölündeki çekim bittikten sonra tekrar Ankara yönüne doğru yollandık ve Kulu'ya varmadan Yeniceoba'ya dödük. Konya-Ankara yolundan 15 km içerde olan Yeniceoba Cihanbeyli'nin bir beldesi. Yeniceoba Pide Salonunda etli ekmekler yenilip çaylar içildikten sonra Celil boğazına doru yola çıktık. 15-20 dakika sonra hedefimize vardık. Güneş alçalmış, zaten yatık gelen sonbahar ışığı iyice kalite kazanmıştı. Bu ışıkta ve zorlu bir arazide arkadaşlar keyifle çekimlerini yaptılar.

Dönüş yolunda herkes çektiği fotoğrafları izliyor ve birbirleriyle fotoğraflar üzerine konuşuyordu.

Ekim ayı içersinde yapacağımız iki geziyle sonbaharın renklerini yakalamaya çalışacağız. Bekleyin, kısa sürede ilan edeceğim.

Herkese selam ve sevgiler...
Tarık