18 Haziran 2015 Perşembe

ŞARKIN MERKEZİNE SEYAHAT

Van Gölü Çevresinde Yapılan Bir Foto-Geziden İzlenimler ve Fotoğraflar

Yazı ve Fotoğraflar: Tarık Yurtgezer

Arkadaşım Uğur Okçu’ya böyle bir geziden söz ettiğimde hemen heyecanla “gidelim” dedi. Tren biletlerini ayarladık. Gezinin programını çıkardım. Van’ın en güzel olduğu ve İnci Kefali’nin göçünün başladığı günlere denk getirdik geziyi. Ve yolculuk günü geldi çattı.

1.Gün: Mayıs ayının 19.günü Van Gölü Ekspresi ile Ankara’dan yola çıktık. Önümüzde 27 saate yakın bir yol var. Yataklı vagonda seyahat etmemiz bize rahat bir yolculuk sağlayacak. Uğur hemen fotoğraf çekmeye koyuldu. Ben ise pencereden dışarıyı seyrediyor, doğadaki canlanmayı gözlüyorum. Bütün tarlalar yemyeşil, tarlaların sınırlarında sarıotlar, gelincikler, hazeranlar görülüyor yer yer.
Akıl alır gibi değil ama böyle uzun bir yolculukta trenin restoran vagonu yok. O nedenle trende istasyonlar arasında çalışan seyyar satıcılar var. Ankara - Elmadağ arasında ciğer ekmek satıcısı vardı, Elmadağ’da indi. Ters yönde yine Ankara’ya dönecek. Elmadağ’dan binen çaycı da Kırıkkale’de indi. Bakalım daha neler göreceğiz.
Akşam oldu. Yiyecek olarak Kırıkkale’den aldırdığımız pidelerimiz var. Onları yerken iki kadeh de rakı içiyoruz. Trene Kayseri’den binen Paul ve Adam’la tanıştık. Yeni Zelandalı’larmış. Bizim gibi Van havzasını gezmeye gidiyorlarmış. Biz onlara rakı ikram ettik, onlar da bize rom. Gece yarısına kadar oturup sohbet ettik.

2.Gün: Sabah uyandığımda Elazığ’ı geçmiştik. Beyhan barajının yanından geçtik. Yüksek dağlarla çevrili etrafımız, doğuya geldiğimiz yavaş yavaş anlaşılıyor. Bir tünelden çıkıp diğerine giriyoruz. Muş’tan sonra tren çok yavaşladı, çok ağır gittik. Raylar bakımsızmış, onun için ağır gidiyormuş. Muş ovası mükemmel bir tarım alanı. Hollanda’nın böyle bir ovası olsa dünyayı beslerler. Oysa biz saman ithal eder hale geldik. Çok yazık!
Neyse, 30 saatin sonunda Tatvan’a indik. Hemen garın önünde bekleyen taksiye binip otele gitmek gibi bir beklenti içine girmeyin. Garın önünde ne taksi var ne de başka bir araç. Zaten trenden topu topu sekiz kişi indik. Hepsi de yataklı yolcu. Pulman yolcuları demek ki ara duraklarda inmişler. Otele telefon ettik bize bir taksi gönderdiler ve gidip otele yerleştik. Akşama doğru sahile inip yürüyüş yaptık ve bir kaç kare fotoğraf çektik. Manzara güzel ama koku berbat. Göle, içine kanalizasyon karışan dereler akıyor.


3.Gün: Sabah 04.30’da sürücüsüyle birlikte arabamız geldi. Arabayı bir gün önceden ayarlamıştık. Hemen Nemrut’a doğru yola çıktık. Nemrut, Tatvan’a çok yakın. Yükseldikçe doğu ufku aydınlanmaya başladı. Nemrut kraterine varmadan önce güneşin doğuşunu fotoğraflamak üzere durduk ve gölün ufkundan güneş yükselmeye, biz de fotoğraf çekmeye başladık. Ufuktan yükselmekte olan güneş diskini kocaman görüntülemek bana pek anlamlı gelmedi. Biraz da mekan hakkında fikir verebilmek için önce açıyı biraz genişlettim, sonraki karelerde ise güneşi kadraj dışı bırakıp görüntüye uzaklarda görünen Süphan’ın silüetini dahil ettim.





Daha sonra yola devam edip kratere ulaştık. Nemrut Dağı, günümüzdeki jeomorfolojik görünümünü jeolojik çağlarda başlayıp tarihsel çağlarda da süren püskürmelerle almış. Tarihsel kayıtlarda Nemrut’un en son 1441 yılında püskürdüğü belirtiliyor. Ancak, yeni araştırmalardan elde edilen bulgulara dayanılarak 1443 yılında bir püskürmenin daha olduğu ileri sürülmekte. Nemrut kraterinde irili ufaklı yedi göl bulunuyor ama bazıları su birikintisi sayılır. Önemli olan iki göl var. Birisi Ilıkgöl, diğeri ise Türkiye’nin en büyük krater gölü olan ve yarım biçiminde 12 kilometre karelik bir alanı kaplayan Büyük Göl. Ilıkgöl’ün yakınında bir sıcak su kaynağı ve buhar bacaları varmış. Varmış diyorum, çünkü sıcaksu her zaman akmıyor. Bacalardan çıkan buhar ise soğuk kış günleri görülebiliyormuş.
Önce yükseklerde bir yerden Büyük Göl’ü fotoğrafladık. Göl biraz uzağımda kaldı. Hem Ilıkgöl’ün hem de Büyük Göl’ün bir arada göründüğü klasik çekim noktası çok sarptı. Oraya çıkmaya ne zamanımız ne de halimiz vardı. Kraterin içine indik, Ilıkgöl ve Büyük Göl’deki yansımaları fotoğrafladık.





Saat öğlene varıyordu. Nemrut’tan ayrıldık, Ahlat yoluna düştük. Yol kenarında kahvaltı yapabileceğimiz bir yerde durduk, böylece öğlene doğru ancak kahvaltı yapabildik. Daha sonra Ahlat’a doğru yola devam ettik. Yolda bir kaç fotoğraf molası verdik. Hepsinde de Süphan Dağı manzaramıza dahil oldu.





Ahlat’a ulaştığımızda vakit öğleni biraz geçiyordu, ışık sertti. O nedenle Ahlat’ın merkezinde bahçeli bir kahvede oturarak dinlendik. Sürücümüz, bize kahve getiren çocuğa Kürtçe bir şeyler söyledi. Sonra aralarında şu kısa diyalog geçti:
-Türkçe konuş abi, ben Kürtçe bilmem.
-Buralı mısın sen?
-Evet buralıyım.
-Tamam o zaman!
Son cümleye o zaman bir anlam verememiştim. Hatta çocuğun ana dilini bilmemesinden ötürü üzülmüştüm de. Ancak, sonradan öğrendik ki, Ahlat’lılar Kürt değilmiş, kendilerini Selçuklular’ın soyundan sayarlarmış. Zaten Ahlat da Selçuklu kalıntısı eserlerle dolu.
Dinlenme sonrası doğruca Selçuklu mezarlığına gittik. Nefis işçiliği olan mezar taşları çok geniş bir alana yayılmış, çok fazla vaktimizi aldı bu etkileyici yer. Bol bol fotoğraf çektik. Van 100.Yıl Üniversitesi Sanat Tarihi öğrencileri ve öğretim üyeleri mezar taşlarında liken temizliği yapıyorlardı. Araştırma görevlisi Selami bey sağolsun, bizimle çok ilgilendi. Hatta, arabasıyla bizi Harabe şehre götürdü. Harabe şehir, Kapadokya benzeri bir yer, kayalara oyulmuş çok eski bir yerleşim yeri. Burada ayrıca Emir Bayındır zamanında kesme taştan yapılmış Bayındır Köprüsü var. Köprünün altından akan dere küçük bir şelale yaparak dökülüyor. Köprüyle birlikte şelaleyi de fotoğraflamaya çalıştık.











Artık akşamı da yapmıştık. Vedalaşıp yola koyulduk. Tatvan’a vardığımızda hava kararmıştı. Akşam yemeği sonrası yatıp uyuduk.

4.Gün: Bugün Van’a geçiyoruz. Niyetimiz feribotla geçmekti ama kaçırmışız. Öğleden sonra bir tane daha varmış. Bunu beklemek bizim için vakit kaybı olacağı için otobüsle gittik Van’a. Van epey büyük bir şehir. Otelimize yerleştikten sonra dışarı çıktık. Zaman zaman yağmur çiseliyor. Yürüyerek kaleye kadar yürüdük. Van kalesi çok güzel bir kale. Tarihi Urartular’a kadar uzanıyor. Urartular’dan kalma kerpiç surların ve burçların bir kısmı ayakta hala. M.Ö.855 yılında Urartu kralı Isarduri tarafından yaptırıldığı biliniyor. Kalenin her tarafı çiçeklenmiş, kaleden Erek dağının görünüşü çok güzel, hava kapalı olmasına rağmen fotoğraflar çektik. Kalenin aşağısında Eski Van kenti görünüyor. Çekimlerin ardından otele döndük.









5.Gün: Sabah bizi gezdirecek taksi geldi. Bugünkü programımızda Erciş ve Muradiye var. Erciş’te İnci Kefali’nin göçünü, Muradiye’de de aynı isimli şelaleyi fotoğraflayacağız. İnci Kefali, Van gölüne endemik bir balık türü. Adı her ne kadar kefal ise de aslında sazangiller familyasına ait bir tür. Ülkemizde yeteri kadar tanınmıyor. Gölün sodalı olası nedeniyle akarsuların göle açıldığı bölgelerde yaşıyor. Ancak gölde üreyemediği için, yumurtalarını bırakmak üzere akarsulara giriyor ve akıntıya karşı yüzerek akarsuyun kaynağına doğru gidiyor. Önüne çıkan engelleri, örneğin kayalık bölgelerde suyun şelalecik yaptığı yerlerde zıplayarak aşmaya çalışması gerçekten çok etkileyici. Küçücük ama çok güçlü bir balık. Erciş Belediyesi her yıl bu balıklar için bir festival düzenliyor. Biz de Erciş’e vardığımızda festivalin ilk günüydü. Balıklar zıplamaya başlamışlar, gözlem platformunun üzeri insan doluydu. Platformun gerisinde, festival alanında gümbür gümbür müzik çalıyordu. Bu gürültü ve kalabalığın balıklar üzerinde nasıl bir etki yaptığı bilemeyiz ama pek olumlu bir şey olarak görmedim bu durumu.
İnci Kefali küçük bir balık, 15-20 cm. boyunda. Alaska Somonu gibi iri olmadığı için fotoğraflamak biraz zor, 70-300 objektifle bile kare içinde küçük kaldılar. Buna rağmen fotoğraflarını çektik. Uğur, GoPro ile görüntüler kaydetti.







Öğlen, Erciş merkezinde karnımıza doyurduktan sonra Muradiye’ye yöneldik. Muradiye şelalesine ulaştığımızda sağanak yağmur yağıyordu. Yerler dolu taneleriyle dolmuştu. Yağışın dinmesini beklerken kafede birer bira içtik. Tabi ki sürücümüz de çay içti. Yağmur dindikten sonra şelaleyi fotoğraflamak için çıktık. Yağmurdan dolayı bulanık akıyordu ama gökyüzündeki mavi fırtına bulutları ile birlikte güzel görüntü verdi.



Buradaki çekimlerimizin ardından Van’a doğru yola koyulduk. Van’a ulaştıktan sonra Eski Van’a (Tuşpa) uğrayıp burada fotoğraflar çektik. Urartular’dan Rus işgaline kadar burası iskan edilmiş. Burasının en dikkati çeken yapıları Kaya Çelebi Camii ile Hüsrev Paşa Camii. Tadilat çalışmaları nedeniyle, alan bir şantiye görünümünde ve bu çekimlerinize olumsuz olarak yansıyor, kompozisyon kurmakta zorlanıyorsunuz. Günün son çekimlerini burada yaptık.





6.Gün: Tekrar taksimiz geldi. Birlikte Hoşap’a doğru yola çıktık. Hoşap kalesinin de kökeni Urartulara kadar uzanmakta. Güzel bir giriş kapısına sahip. Kalenin içinde yenileme çalışmaları var. O nedenle pek fotoğraf çekemedik ama dışarıdan fotoğrafladık.





Hoşap’tan ayrılıp Gürpınar yakınlarındaki Çavuştepe’ye geçtik. Çavuştepe, Gürpınar ovasına hakim bir tepe üzerinde kurulmuş bir Urartu kalesi. Ancak, kalede tanrılara adanmış iki ayrı tapınak olması, burasının dini öneme sahip bir mekan olduğunu da gösteriyor.
Çavuştepe’de bizi, burada 42 yıldır bekçilik yapan Mehmet Kuşan karşıladı. Mehmet Kuşan’ın çok önemli bir özelliği, dünyada çivi yazılı Urartu dilini okuyabilen 32 kişiden birisi olması. Burada çalıştığı yıllar boyunca bu yazı ve lisanı kendi kendine söken Mehmet bey bize büyük tapınak girişindeki yazıtı okudu. Bu metinde geçen “Dingir Haldi” tamlaması ilgimi çekti. Haldi, Urartu panteonunun baş tanrısı, “dingir” kelimesi aynı Sümerce’de olduğu gibi tanrı demek. Türçedeki “tengri” sözcüğüyle fonetik benzerlik gösteriyor. Bu benzerliğin nedeni, Urartu dilinin tıpkı kendinden önceki Hurri dili gibi “agglutine” yani “bitişken” bir dil olmasıdır. Yani sabit köklere değişik ekler getirilmek suretiyle kelimeler oluşturulmakta. Bu karakterinden dolayı Urartu dili, Ural-Altay dilleriyle bir benzerlik göstermektedir.
Mehmet bey bizi gezdirdi, bilgiler verdi, 2700 yıllık buğday tanelerini gösterdi. Biz de bir kaç kare aldık. Haldi tapınağının, diğer yapılarda olduğu gibi kerpiç ve ahşap kısımları tahrip olmuş, sadece taş bloklardan oluşan temelleri kalmış.





Öğlen olmuştu. Mehmet Kuşan’a teşekkür ederek Çavuştepe’den ayrıldık. Yeni rotamız Gevaş ve dolayısıyla Akdamar Adası idi.
Bir süre yol aldıktan sonra Gevaş’ı geçip Akdamar iskelesine ulaştık. Işık sert olduğu için biraz oyalanmaya karar verdik. Zaten karnımız da acıkmıştı. Burada yemek yiyip biraz zaman geçirdik (siz, siz olun burada bulunan Akdamar Restoran’da yemek yemeyin, felaket kazıkçılar).
Akdamar adasına 10-15 dakikalık bir motor yolculuğuyla ulaşılıyor. Her yarım saatte bir karşılıklı sefer var. Akdamar Adası badem ağaçları ve kilisesiyle ünlü. Ermeni kralı I.Gagik tarafından M.S. 915-921 yılları arasında yaptırılmış. Haç planlı kilisenin dış duvarları, İncil ve Tevrat’taki olaylardan esinlenerek yapılmış kabartmalarla süslü. Gevaş’ın hemen ardında yükselen Artos dağı ile kilisenin birlikteliği çok güzel fotoğraf veriyor.
Adada bir hayli vakit geçirdikten sonra kıyıya döndük ve bizi bekleyen arabamızla Van’a ulaştık.




7.Gün: Artık dönüşe geçtik sayılır. Dönüşü de trenle yapacağımız için Tatvan’a geçmemiz gerekli. Bir gece Tatvan’da kalıp ertesi sabah trene bineceğiz. Van-Tatvan arası feribotla 4,5 saat sürüyor. Buralara kadar gelmişken Van Gölü’nü boydan boya su üzerinde geçmek; bu deneyimi yaşamak istiyoruz. Bir gün önceden sorduk saat 15.00’da kalkacağını, ancak trenin erken gelmesi durumunda daha erken kalkabileceğini ve bu nedenle 13.00’da iskelede olmamızı söylediler. Bu feribotlar 1970 yılından bu yana İran’dan gelip Avrupa’ya giden trenleri Tatvan’a geçiriyorlar.
Biz dedikleri saatte iskelede olduk ama feribot 15.00’da kalkmadı. Çünkü tren gelmedi, onu bekledik. Ancak 17.30’da hareket edebildik. Bir bakıma beklediğimize değdi diyebilirim. Karşı taraflarda yağan yağmurun getirdiği fırtına bulutları ufku kapladı. Manzara güzelleşti. Biz de gün batımına kadar fotoğraf çektik.






Hava karardı ama yolculuk devam ediyordu. Yıllarca denizlerde çalışmış, gemi makineleri işletme mühendisi olan arkadaşım Uğur, kaptanla sohbete başlamıştı. Bu sayede akşam yemeğine davet edildik. Kaptanla birlikte çok lezzetli bir akşam yemeği yedik.
Tatvan’a vardığımızda saat 22.00 olmuştu. Trenimiz sabah 07.20’deydi. Eşyalarımızla otele gidip yerleşmemiz, uykuya yatamamız gece yarısını bulacak ve sabah 06.00 gibi tekrar uyanacaktık. Bu zahmete katlanmaktansa doğrudan gara gittik, sabah kadar bekleme salonunda bank üzerinde kestirdik.

8.Gün: Sabah trenimiz perona yanaştı, biz de hemen eşyalarımızı alarak kompartımanlarımza yerleştik. Trenimiz hareket ettikten sonra kahvaltımızı yaptık. Bu sefer hazırlıklıydık. Sonra, bir gece öncesinin verdiği yorgunluğu atmak için biraz kestirdik. Öğleden sonra biraz kitap okuyarak vakit geçirdim. Akşam olunca yatağımı açıp yattım, bir gece öncesinin verdiği yorgunlukla deliksiz uyudum. Ertesi gün öğlene doğru Ankara’ya ulaştık.

Van Gölü havzası mutlaka gidilip görülmesi gerekli çok güzel bir yer. Güzel ve verimli bir gezi oldu. Tek olumsuz yan ise, memleketin her köşesinde olduğu gibi, gölün kirletilmesi, her kıyıda çöplerle karşılaşmamızdı.