14 Şubat 2024 Çarşamba

FOTOĞRAF YARIŞMALARI VE FOTOĞRAFÇI

 Tarık Yurtgezer


Fotoğraf yarışmalarında ödül kazanmak bir başarı ölçütü müdür?

Bir fotoğraf yarışmasına katılmak ve ödül kazanmak elbetteki bir başarı ölçütüdür. Ama başarılı bir yarışma fotoğrafçısı olmak iyi bir fotoğrafçı olmayı da beraberinde getirir mi?

Çoğu fotoğrafçı, fotoğrafa başladığı ilk yıllarda fotoğraf yarışmalarına katılmıştır. Bu doğal bir durumdur. Çünkü fotoğrafa yeni balayan birisi bir an önce kendisini ispatlamak derdindedir. Bunun için de fotoğraf yarışmalarına ve derece almaya çok önem verir. Ancak bazıları ilerleyen zaman içersinde yarışmalarda derece almayı fotoğrafçılığının temel ilkesi haline getirmiştir. Ne kadar çok ödül kazanırlarsa o kadar iyi fotoğrafçı olacakları yanılsaması içinde neredeyse düzenlenen bütün fotoğraf yarışmalarını takip ederler. Hangi kuruluş hangi tarihte ve hangi konuda yarışma düzenliyor, bütün bunların bilgisine sahiptirler. Yarışma seçici kurul üyelerini isim isim bilirler, kim hangi tür fotoğraftan hoşlanır gibi çözümlemeler yapıp yarışmaya ona göre fotoğraf gönderirler. Bu nedenle geniş bir konu ve tarz yelpazesi içinde çalışırlar. Bazıları hedefi yüksek tutarak FIAP ünvanı almak için Uluslararası yarışmalara katılırlar. Yeterli puanı tutturduklarında bu ünvana kavuşurlar ama genellikle ünvanı aldıktan sonra üretkenliklerinde bir düşüş olur. 

Başarı, kişinin önüne konulan bir hedefe ulaşmasıdır. Bu nedenle fotoğraf yarışmalarında alınan dereceler, ödüller ve ünvanlar birer başarı ölçütüdür.

Başarı odaklı bir dünyada yaşıyoruz. Ailesi ve içinde yaşadığı toplum, çocukluktan başlayarak kişiden hep başarı bekler. Başarılı bir öğrencilik, başarılı bir iş hayatı, başarılı bir evlilik ve başarılı bir ebeveynlik. Baskıcı toplum ve ailelerde bu başarı beklentisi "yapmalısın" şeklindeyken demokratik olarak nitelenen aile ve toplumlarda "yapabilirsin" şeklinde evrilmiştir. Ama sonuçta her iki durum da kişi üzerinde baskı oluşturur, kişi kısıtlanmıştır. Kişi başarılı olsa da kışıtlanmıştır.Çünkü toplumun ve ailesinin beklentileri çerçevesinde hareket etmiştir. Müzisyen doktorlarımızın varlığı buna bir işarettir.

İşte bu başarı beklentisinin yarattığı şartlanmışlık bazı fotoğrafçıları, deyim yerindeyse yarışmakolik yapmıştır. Ne kadar çok ödül, ne kadar çok başarı, o kadar iyi fotoğrafçı gibi bir çıkarım yapmaktadırlar zihinlerinde.

Peki, iyi fotoğrafçı nedir, kimdir? Bu soruya kesin bir yanıt vermek mümkün değildir. Nasıl ki, iyi fotoğraf dediğimiz şey kendisini her türlü tanımlamadan geri çekiyorsa, iyi fotoğrafçının tanımını vermek  de pek olası değil. Genellikle, çalışmalarını beğendiğimiz, kendimize yakın bulduğumuz fotoğrafçılara iyi fotoğrafçı demeye eğilimliyiz. Bu durumda herkesin iyi fotoğrafçı tanımı değişir. Ama bir de ortak beğeniler vardır. Örneğin, Türkiye fotoğraf camiasındaki hemen herkes Ara Güler'in iyi bir fotoğrafçı olduğu konusunda hemfikirdir. Fakat iyi fotoğrafçıyı tanımlarken Ara Güler'i ölçüt olarak almak da mümkün değildir. Çünkü Ara Güler gibi çalışmayan, onun gibi fotoğraflar çekmeyen her fotoğrafçı bu tanımın dışında kalır. O halde şöyle diyebiliriz: Fotoğrafla meşgul olan hemen herkesin zihninde birer iyi fotoğraf ve iyi fotoğrafçı fikri vardır. Ama onu tanımlamaya kalktığımızda bu fikir adeta çökmektedir. Çünkü, iyi fotoğraf ve iyi fotoğrafçı fikri o kadar çok değişkene sahiptir ki, hepsini bilemeyiz, ama hissederiz, sezgisel bir şekilde algılarız. Bu nedenle de onu kelime-cümle düzeyinde tanımlayamayız. 

İyi fotoğrafçı hakkındaki fikrimiz, onu başarıyı hedeflemiş yarışmacı bir fotoğrafçıyla karşılaştırırsak daha da berraklaşacaktır. Başarıyı hedeflemiş bir yarışmacı fotoğrafçı, başarısını seçci kurulun mantığına devretmiştir ve o mantığın doğruyu bulacağını baştan kabullenmiştir. Yani kendisini seçici kurula gönüllü olarak teslim etmiştir. Peki ya, seçici kurul değerlendirmeleri ezberlenmiş bilgiler üzerinden yapılıyorsa, fotoğrafçı da bu ezbere dayalı fotoğraflar üretiyor demektir. Fotoğrafçıyı iyi fotoğrafçı yapan şey bu ezberlerden kurtulması, öğrenilmiş, ezberlenmiş değerlerin dışında bir değer yaratmasıdır. 

Başarıyı hedeflemiş yarışmacı fotoğrafçının dünya ile girdiği ilişki başarıya ulaşmak üzerinedir, dolayısıyla bu tek taraflı bir çıkar ilişkisidir. Konu, yarışmacı fotoğrafçının karşısında mutlaka yakalanması gereken bir av konumundadır. 

Yarışmacı fotoğrafçı dış koşullara bağlı kalarak fotoğraf üretir. Yani, kendi dışında oluşturulmuş olan beğeniler ve kurallar fotoğrafçının üretimini belirlemektedir. Kendi dışında oluşturulan beğeniler, kurallar fotoğrafçıya dayatılan bir düzen oluşturur ve bu durum fotoğrafçıyı kendisine has bir yaratımdan uzaklaştırır; onun klişelere saplanmasına neden olur. Fotoğraf çekerken, yaparken, değerlendirirken sanki içine girmesi gereken bir kalıp varmış gibi davranmasına neden olur.

İyi fotoğrafçı ise tüm bunların dışında içinden geldiği gibi çalışır, kendisini fotoğraf üretiminin akışına kaptırarak, tüm dış etkilere kapalı hale gelerek üretim yapar. Bir anlamda münzevidir, camianın dışındadır. 

İyi fotoğrafçı, iyi bir fotoğrafçı olma ümidi ve beklentisi olmadan elinden geleni yapandır. Bu yönüyle yarışmacı fotoğrafçıdan ayrılır. İyi fotoğrafçı kalıplar kullanmadan bir değer yaratmaya çalışandır. İyi fotoğrafçılık bir performans arayışı değildir. İyi fotoğrafçılık başarı ve ünvan peşinde koşmak değildir. "Yapabilirsin" yönlendirmesi aslında başarıyı kutsayan bir talimattır. İyi fotoğrafçı bu talimata uymayan alçakgönüllü bir tutum içindedir. İyi fotoğrafçı egosunu kendisi sanmayan hatta egosunu yok eden fotoğrafçıdır.


BU YAZININ İLHAM ALDIĞI KİTAPLAR:

Alexandre Lacroix, Hiçbir Şeye İnanmadan Nasıl Yaşanır, Çev. Hazal Çelik, Say Yayınları, İstanbul, 2022

Byung-Chul Han, Psikopolitika, Çev. Haluk Barışcan, Metis Yayınları, İstanbul, 2020

Mihaly Csikszentmihalyi, AKIŞ Mutluluk Bilimi, Çev. Barış Satılmış, Buzdağı Yayınevi, Ankara, 2022


13 Nisan 2023 Perşembe

ENFOD

FOTOĞRAF ATÖLYESİ

Toprağa Dair

Atölye Yürütücüsü: Tarık Yurtgezer

İlk Bölüm:      27 Nisan – 22 Haziran 2023

İkinci Bölüm: 14 Eylül – 16 Kasım 2023

 

Toprak, insan için hem ürün aldığı bir mekân (tarla), hayvanlarını otlattığı mera, hem barınağını inşa ettiği bir yapı malzemesi, hem de kültürünü biçimlendiren tinsel bir varlıktır. “Benim sadık yârim kara topraktır” derken Aşık Veysel, bu tinsel bağa vurgu yapmaktadır. Çatal Höyük’ün Ana Tanrıçası toprak anadan başka bir şey değildir. Yunan Mitolojisindeki Gaia da toprak ananın ta kendisidir. İlkçağ felsefesinde evreni oluşturan dört temel ögeden birisi toprak olarak kabul edilir. Eski Ahit ve Kur’ân’a (Hicr, 26) göre insan topraktan yaratılmıştır.

Toprak, dünya mitolojilerinde merkezi ve ortak bir simge olarak yer almaktadır. Yaratılış mitlerinde doğurganlık, cömertlik, iyilik, temizlik, saflık ve arınma simgesi olmasının yanı sıra yeniden doğuş düşüncesine de işaret etmektedir. Yani, insanlık başlangıçtan itibaren toprağa, vericiliğinden ötürü bir kutsallık atfetmiştir. Günümüzde çok hoyratça davrandığımız fakat aslında çok değerli ve paha biçilemez bir varlık olan toprak, tarih boyunca insanın hem üzerinde yaşadığı (vatan) ve gıdasını yetiştirdiği bir zemin olmuş, hem de varlığın ilk kaynağı olarak kabul edilmiştir.

Biz bu atölyemizde, toprağa fotoğrafçı gözüyle bakacağız. Bu amaçla buğday, mısır gibi çeşitli ürünlerin yetiştiği tarlalar, çeltik havuzları, üzüm bağları, ekim-dikim ve hasat ile ilgili ritüeller, arkeolojik buluntular gibi tarım ile ilgili her şey ve yapı malzemesi olarak kerpiç kullanımı fotoğraflarımıza konu olabilecek. Fakat, fotoğraflarımız enformasyonun nesnesi olmayacak, toprağın tinselliğine bir gönderme yapacak.

Nasıl mı?

Bir Zen manastırının avlusunda toplanan keşişler ve çömezler baş keşişin günlük vaazını vermesini bekliyorlarmış. Baş keşiş tam vaazına başlayacağı sırada bir kuş şakımaya başlamış. Keşiş, kuşun şakımasının bitmesini beklemiş ve kuş sustuğunda şöyle konuşmuş: “Vaaz bitti!”

 

NOT 1: Mevsimsellik önemli olduğu için atölyemizin ilk bölümü Nisan sonu başlayıp Haziran ayı sonuna kadar devam edecek, daha sonra iki buçuk aylık bir tatile girdikten sonra ikinci bölümü Eylül ortası tekrar başlayıp Kasım sonu itibariyle sona erecek.

NOT 2: Atölye süresinde her ay sahada 1 veya 2 çekim uygulaması yapacağız, çalışmanın verimli olabilmesi için bu uygulamalara katılım büyük önem taşımaktadır. Atölyeye katılmak isteyenlerden A.Ö. İkinci Üniversite okuyanların bu durumu göz önüne alması rica olunur. 

Kayıt ve Bilgi için: 0 312 4191970


www.enfod.org

www.enfod.com

@enfod_engelsiz_fotograf 


Engelsiz Fotoğraf Derneği

Büklüm Sok.No:8/9

Kavaklıdere/Ankara

0 312 4191970

 

10 Haziran 2022 Cuma

SOSYAL MEDYADA FOTOĞRAF PAYLAŞMAK ÜZERİNE

Yazı ve Fotoğraf: Tarık Yurtgezer

Sosyal medya kullananlar arasında fotoğraf paylaşmayan insan hemen hemen yok gibidir. Bazıları, konusunun kendisi olduğu (ne kadar güzelim, ne kadar kültürlüyüm, ne kadar çağdaş bir insanım dün akşam CSO'daydım) fotoğrafları, bazıları gezip gördüğü yerlerde çektiği selfileri, bazıları da, çok ayıp bir şekilde, yediğini içtiğini paylaşır. Bu yazı onlarla ilgili değil.

Benim ilgimi çeken ise fotoğrafla ciddi şekilde ilgilenen, fotoğrafı bir sanat olarak gören fotoğrafçıların paylaşımları. Zaman zaman ben de çalışmalarımı paylaşıyorum. Paylaşma isteği son derece doğal bir eğilimdir. Fakat beğeni sayılarına fazlaca önem vermenin sakıncaları vardır. Fotoğrafçı, çalışmalarına gelen "beğen" sayılarını fazla önemserse, her seferinde kendi rekorunu kırmak gibi bir saplantının içine girebilir. "Son paylaştığım fotoğraf 500 like aldı" gibi gurur cümleleri dilinden dökülmeye başlar. Çok fazla "beğen" alan fotoğraflarındaki ortak ögeleri (örneğin, sudaki blur etkisi) fotoğraflarında artık daha çok kullanmaya ve kendini tekrar etmeye başlar. Böylece fotoğraf "beğen"in sanatı olur.

Jean Jacques Rousseau, 1749 yılında şöyle yazmıştır: "Her sanatçı alkışlanmak ister. Beraber yaşadığı insanların övgüleri onun için en değerli armağandır. Bugünkü gibi, bilginlerin moda olduğu, eğlence düşkünü bir gençliğin zevklere hükmettiği, erkeklerin kadınlara kul köle olup onların istediği gibi yaşadığı, kadınların ürkek huylarına uygun gelmediği için dram şiirinin şaheserlerine, müzik harikalarına değer verilmediği bir çağda ve ülkede doğmak felaketine uğramış bir sanatçı ne yapar? Ne mi yapar, baylar? Dehasını zamanının düzeyine indirir; ölümünden çok sonra beğenilebilecek eşsiz eserler yaratacak yerde, yaşadığı sürece hoşa gidecek eserler vermeye çalışır... Yüksek istidatlı insanlar arasında raslantıyla sağlam ruhlu bir sanatçı çıkar da zamanının düşüncelerine uymaya, çocukça eserlerle kendini küçültmeye razı olmazsa, vay haline! Bir köşede yoksulluk içinde ölür." (Jean Jacques Rousseau, Bilimler ve Sanatlar Üstüne Söylev, Çev. Sabahattin Eyüpoğlu, İstanbul, 1970)

Rousseau döneminde ne fotoğraf ne de sosyal medya vardı. O günlerden bugüne çok şey değişti ama insan psikolojisi hep aynı kalmış anlaşılan.


14 Şubat 2022 Pazartesi

FOTOĞRAFÇI PERSONASI

 Yazı ve Fotoğraf: Tarık Yurtgezer


Persona, antik Yunan tragedya ve komedyalarında oyuncuların yüzlerine tuttukları maskeye verilen isimdir. Bu oyunlarda her karakterin ayrı bir personası vardır ve o karaktere bürünmek için oyuncunun yapması gereken şey o personayı yüzüne tutmaktır.



Persona, Jung psikolojisinde ise kişinin diğer insanlar arasında taktığı kişilik maskesine verilen addır. Kişinin işte, evde, arkadaşlar arasında birden fazla personası vardır.  Örneğin, evinde çok despot bir baba ve eş olan kişi toplum içinde çok müşfik bir baba ve eş olabilir. Böylece topluma uyum sağlar. Çünkü personayı belirleyen toplumdur. Karşısındaki insanların beklentilerinin personayı belirlemesi personanın aynı zamanda bir başkasına da ait olabilecek kollektif bir olgu olduğunu gösterir. İnsan doğduktan sonra hem aile hem de toplum içinde resmi ve gayrı-resmi olarak eğitilir. Bu eğitim sürecinde kendisinden belli kalıplar içinde davranması ve düşünmesi beklenir. Kişi de, içinde yaşadığı toplumdan kopmamak, yabancılaşmamak için bu davranış ve düşünce kalıplarının  insan kişiliğindeki tezahürü olan personalar geliştirir. Bu durum sadece genel anlamıyla toplum içinde değil, toplumun daha alt grupları olan çeşitli topluluklarda da geçerlidir. Kişinin içinde bulunduğu topluluk bir dini cemaat de olabilir, parti, sendika, dernek gibi bir kitle örgütü de; oralarda da kişiden beklenen davranış ve düşünce kalıpları mevcuttur. Dini cemaatlerde bu durum daha katıyken kitle örgütlerinde fikir ayrılıkları olabilir. Ancak bu fikir ayrılıkları, o kitle örgütü içinde belirli davranış ve düşünce kalıplarına uyulması gereken alt topluluklar oluşturur. Toplumun geneline aykırı sayılacak şekilde giyim tarzına ve saç biçimine sahip bir sanatçı ne kadar sıra dışı görünse de yalnızca kendi topluluğundaki giyim ve saç tarzını benimsemiştir. 

Topluluklardaki davranış ve düşünce kalıpları yazılı kurallar olmadığı gibi kişiye sözlü olarak da dikte edilmez; topluluktaki genel eğilimler ve düşünceler takdir edildikçe kalıcı hale gelirler. Böylece kişi, o topluluktan dışlanmasını önleyecek bir persona geliştirir, o topluluğa ne kadar uyum gösterirse kendini o derece güvende hisseder. 

Fotoğraf topluluklarına gelince; oralarda da durum pek farklı değildir. Fotoğraf topluluğu deyince kulüp, dernek, internet paylaşım siteleri, sosyal medya gibi yapıların hepsini dahil ediyorum. Buralarda da davranış ve düşünce kalıpları olduğu gibi fotoğraf kalıpları da vardır. Böyle bir ortama giren bir fotoğraf heveslisi, öncelikle kendini kanıtlamak için toplulukta genel beğeni alan ve kabul gören fotoğrafların benzerlerini çekmeye çalışır. Fotoğrafları beğeni aldıkça, takdir edildikçe birbirinin benzeri, yalnız kendi fotoğraflarının değil tüm toplulukta kabul gören fotoğrafların benzerlerini üretmeye devam eder. 

Bir fotoğraf topluluğuna giren yeni kişinin böyle davranması doğaldır ama bu personanın kalıcı hale gelmesi sakıncalıdır. Çünkü, fotoğrafçı olarak atılım yapma olanağından yoksun kalır. Otuz-kırk yıldır kendisini tekrar eden fotoğrafçıların olduğunu bilirsiniz. Kişinin sahip olduğu fotoğrafçı personası, kişiliğinin derinliklerinden gelen yaratıcı dürtülerin bilince çıkmasını önleyecek derecede güçlüdür ve güvenilir sularda kulaç atmak her zaman yaratıcılığa kapıları kapatır. Düşünün, kimbilir kaç fotoğrafçının, üyesi olduğu toplulukta kabul görmeyeceğinden korktuğu için gün yüzüne çıkaramadığı fotoğrafları ve düşünceleri vardır. Ayrıca personası sayesinde kendisini güvende hissettiği için farklı bir şeyler yapmaya cesaret edemez. Aynı şekilde fotoğraflarını anlamlandırırken ve açıklarken sarf edilen sözcükler, kavramlar, düşünceler hep basmakalıptır. 

Sözün özü, hepimizin birden fazla personası olduğu gibi fotoğrafçı olarak da üyesi olduğumuz toplulukta bir fotoğrafçı personamız vardır. Ancak yaratıcı fotoğrafçılık için  bu personanın esnek olması, öncü fikirlere ve yeniliklere açık olması gerekir. Bunun için de fotoğrafçı, fotoğraflarının arka planında psikoloji, felsefe, antropoloji, mitoloji, tarih gibi bilgi disiplinlerinin bulunması için kendini eğitmelidir. Yoksa, biraz kontrast vermekle, doygunluğu ve keskinliği arttırmakla çok yol alınamaz.