SOFULAR VADİSİ
Yazı ve Fotoğraflar: Tarık Yurtgezer
Karamanlılar Kimdir
Osmanlı Devleti sınırları dahilinde yaşayan ortodoks Rumlar
İstanbul’daki Fener Rum Patrikhane’sine mensuplardı. Bunların dışında yine
patrikhaneye bağlı olan ve Karamanlı denilen ortodoks hristiyan bir grup daha
vardı. Bugün de bir ilimiz olan Karaman, Osmanlı Devleti zamanında Konya,
Akşehir, Niğde, Aksaray, Nevşehir, Mersin, Ereğli, Ermenek, Antalya ve Fethiye
sancaklarını kapsayan büyük bir vilayetti. İşte bu vilayette yaşayan ortodoks
hristiyanlara Karamanlı denilmekteydi. Karamanlıların en hayret verici özelliği
hiç Rumca bilmemeleri, günlük konuşma ve ibadet dillerinin Türkçe olması, Yunan
harfleriyle Türkçe yazıp okumalarıydı. Hatta Yunan harfli Türkçe kitaplar, gazeteler
ve dergiler yayınlamışlardı. Gelenk ve görenekleri itibarıyla müslüman Türk
ahaliden bir farkları yoktu. Aile isimleri bile Türkçe idi. Aslen Kayserili
olan İstanbul doğumlu ünlü Amerikalı film yönetmeni Elia Kazan (Elias
Kazancıoğlu) da Karaman asıllıdır.
Şemsettin Sami Kamus-ı Türkî adlı eserinin Karamanlı
maddesinde şöyle demektedir: “Alel umum Karamanlı ahalisine ve bilhassa
oraların Türkçe lisanına mütekellim hristiyanlarına verilen isimdir.”[1]
Karamanlı ortodoks hristiyanların yerleştikleri yerler; Mersin'in Tarsus ve Anamur ilçesi ve Konya'nın Sille kasabası, Ermenek, Karaman-Madenşehri, Ereğli, Aksaray'ın Güzelyurt
ilçesi, Niğde
merkez ve köyleri, Bor, Kemerhisar, Ihlara, Derinkuyu, Ürgüp, Alanya ve Yozgat ve ilçeleri, Amasya, Kırıkkale,Keskin ve Kayseri
idi. Zamanla başka yerlere de yayılmışlardı. Bugün Anadolu’nun bazı kentlerinde
Rum mahallesi denilen yerleşimler genelde Karamanlılar’dan kalmadır.
Karamanlıların varlığından
pek çoğumuzun haberi olmasa da geçmişte kaleme alınmış bazı metinler de
onlardan söz edildiğini görürüz. Onaltıncı yüzyılda Türkiye’yi ziyaret eden
Alman seyyah Hans Dernschwam (1494-1568) İstanbul’da Yedikule civarıda
Caramanos denilen bir halk otuduğunu yazdıktan sonra şöyle devam eder: “Bunlar
hristiyan. İbadetlerini Rumca yapıyorlar, fakat Rumca’yı anlamıyorlar. Dilleri
Rumca değil, Türkçedir.”[2]
Evliya Çelebi (1611-1682)
ünlü Seyahatname’sinin Antalya bahsinde “...dördü Urum keferesi mahallesidir.
Ama keferesi asla Urumca bilmezler. Batıl Türk lisanı üzre kelimât ederler”,
sonra yine Alanya’dan söz ederken de “...kadim eyyamdan berü Urum keferesi bir
mahalledir. Cümle üç yüz haracdır. Ama asla Urum lisanı bilmeyüp batıl Türk
lisanı bilürler” demektedir.[3]
Evliya Çelebi’nin batıl Türk lisanından kastı, içinde Farsça ve Arapça
sözcükler geçmeyen öz Türkçe’dir. Zaten karamanlılar da kendi dilleri için
“yavan Türkçe”, “sade Türkçe” veya “Anadolu lisanı” demektedirler. Yine
kendilerinden "Anadolu hristiyanı” veya “Anadolu Rumu” diye söz ederler.
Yeri gelmişken Rum
sözcüğünün kökenine bakalım. Rum, genel anlamda Anadolu ve İstanbul’da yaşayan
Helen kökenli ve Yunanca konuşan topluluk mensupları için kullanılsa da Rome
yani Romalı anlamını taşır. Tarihte Bizans yani Doğu Roma topraklarında yaşayan
herkes için kullanılmıştır. İlk Türk tarihi yazarlarından olan Aşık Paşazâde
(1392-1481) Oğuz Türklerini dört kola ayırır. Gâziyâni Rum, Ahîyâni Rum,
Abdalâni Rum ve Bacıyâni Rum. Bunlar Oğuzların Anadolu’ya (Rum diyarına, Roma
toprağına) yerleşmiş ilk kollarıydı. Bu nedenle Rum sıfatını almışlardı. Rum
yani Romalı Anadolu’lu demekti aynı zamanda(Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz.
Fuad Köprülü, Osmanlı Devletinin Kuruluşu, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara,
1984). Mevlana Celâlettin de Horasandan gelip Konya’ya yerleştiği için Rûmî
sıfatını almıştır.
Ondokuzuncu yüzyıla
geldiğimizde Osmanlı devletinin milliyetçilik akımlarından oldukça
etkilendiğini görürüz. Özellikle Balkanlardaki uluslar bağımsızlık için
ayaklanmalar çıkarmaktaydı. Yunanistan, Osmalıdan bağımsızlığını kazanan ilk
devlet olmuştur (1829). Ancak Yunanistan için bağımsızlığını kazanmak yeterli
değildi. Kendilerini Bizans’ın mirasçısı gören Yunan milliyetçilerinin,
topraklarını genişletmek, bir zamanlar kendilerinin olduğunu iddia ettikleri
Anadolu’yu almak gibi bir gayeleri vardı. Ancak Anadolu’da Yunanca bilmeyip
Yunan alfabesiyle Türkçe yazıp okuyan, dinleri dışında müslüman Türklerden pek
farkları olmayan, geniş alana yayılmış bir ortodoks hristiyan Karamanlı toplumu
vardı. Bu durumlarıyla Karamanlılar homojenliği bozuyor, “Megali İdea” için bir
engel teşkil ediyorlardı. Ondokuzuncu yüzyılda bazı Yunanlı tarihçiler Karamanlıların
zaman içersinde Türk toplumu içinde izole olarak dilleri kaybetmiş Yunan
kökenliler olduklarını iddia ediyorlardı. Büyük Yunan Milliyetçi Ülküsüne göre
bu insanların özlerine döndürülmesi gerekti. Bu amaçla 19.Yüzyılın ikinci
yarısından itibaren Anadolu’nun çeşitli yerlerinde dini eğitim veren Yunan
okulları açılmaya başlandı. Burada dini eğitimin yanıda asıl amaç Karamanlı
çocuklara Yunancayı öğretmek ve onlara Helen kökenli olduklarını empoze
etmekti. Bu okulların nizamnamelerinde Türkçenin konuşulmasının yasaklandığı
görülmektedir. Gelveri (Güzelyurt)’deki okulda Türkçe konuşan öğrencilerin
dayakla cezalandırıldıkları bilinmektedir. Bu helenleştirme çabaları çok az
başarılı olmuş, bazı Karamanlılar yüksek öğrenim görmek için Atina
Üniversitesine gönderilmiş ve aldıkları eğitim sonucu kendilerinin Yunan
kökenli olduklarına inanmışlar, fakat Karamanlıların büyük çoğunluğu üzerinde
bu politika başarılı olamamıştır.
Yunanlı tarihçilerin
yukarıda sözü edilen iddialarının herhangi bir dayanağı yoktur. Ama Türklerin
Anadolu’ya 1071’den çok önce yerleştikleri bilinen tarihsel bir gerçektir. Beşinci
yüzyıldan itibaren Karadeniz’in kuzey kıyıları boyunca Balkanlara akan Türk
boyları Bizans’la karşılaşmışlar, yüzyıllar süren savaş ve barış dönemlerinde
Bizans’la çeşitli ilişkilere girmişlerdir. Bazı dönemler Bizans’ın safında
savaşmışlar, bazı dönemler de karşısında. Bu Türk boylarından Peçenek, Uz ve
Kıpçaklar’ın bir bölümünün hristiyanlaştırılarak Bizans ordusuna dahil edildiği
ve bunların Arap akınlarını önlemek için Anadolu topraklarına
yerleştirildiklerini tarihi belgelerden öğrenmekteyiz. Bazı batılı tarihçiler
Karamanlıların, bu hristiyan türk boylarının torunları olduğunu kuvvetli bir
olasılık olarak belirtmektedirler (bu konuda ayrıntılı bilgi kaynakçadaki
kitaplarda bulunabilir).
Yahudi asıllı
gazeteci-yazar, siyasetçi ve eğitimcilerimizden Avram Galanti (1873-1961),
Anadolu’da Türkçe konuşan hristiyan ortodokslar hakkında “Yunancadan bir kelime
dahi bilmezler ve Yunanlılık, Rumluk meseleleriyle ilgilenmezler”[4]
diye yazmaktadır.
Birinci Dünya Savaşı sonrası
Yunanlıların İzmir’e çıkmaları kıyı bölgelerinde ve İstanbul’da yaşayan Rumlar
tarafından sevinçle karşılanırken Karamanlılar kurtuluş Savaşına destek
vermişlerdir. Fener RumPatrihane’sinin Pan-Helenik tutumundan rahatsız olan Papa
Eftim isimli din adamı Ankara Hükümetinin izniyle Kayseri’de Bağımsız Türk
Ortodoks Kilisesini kurmuş ve ilk patriği olmuştur.[5]
Milli mücadele sırasında Papa Eftim Karamanlı ortodokslar arasında dolaşarak
onlara milli mücadeleye destek vermeleri yönünde propoganda yapmıştır. Ayrıca
bağımsızlık mücadelesine destek için Keskin civarından 500 kişilik bir
Karamanlı taburu toplamıştır. Bu çabaları nedeniyle Büyük Millet Meclisi
tarfından İstiklal Madalyası ile onurlandırılmıştır.
Tüm bunlara karşın Lozan (Lausanne)
Konferansı sonunda imzalanan anlaşma ile Türkiye ve Yunanistan arasında nüfus
mübadelesine karar verilmiştir. Batı Trakya müslümanlarıyla İstanbul Rumları
mübadele dışında bırakılmış ve kalan tüm müslüman ve hristiyan ortodoks ahali
rızaları alınmadan karşılıklı olarak ülke değiştirmişlerdir. Kıyı bölgelerde
yaşayan Yunan asıllı Rumlar zaten Türk ordusu İzmir’e yaklaştığında ülkeyi terk
etmişlerdi. Mübadelede iç bölgelerdeki hristiyan ortodokslar Yunanistan’a
gönderildi ve ne yazık ki bunların büyük çoğunluğunu Karamanlılar
oluşturmaktaydı. Yunanistan’a gönderilen Karamanlılar diline ve geleneklerine
çok yabancı oldukları bu ülkeye uyum sağlamakta büyük güçlük çektiler. Hele
birinci kuşaklar hiç alışamadıklarını ve geri dönmek istediklerini bildirmişlerdir.
Fanatik Yunanlılar tarafından “Turkosporoi (Türk tohumu)” diye adlandırılmışlardır.
Karamanlılara karşılık
Yunanlılar Türkiye’ye Yunanca konuşan Giritli müslümanlarla Yanyalı Arnavutları
göndermişlerdir. Bu durum bir Türk-Yunan mübadelesinden çok bir
müslüman-hristiyan ortodoks mübadelesi olduğunu göstermektedir.
Günmüze ulaşan Karamanlıca kitaplar
çoğunlukla 19.Yüzyıda basılmış kitaplardır. Daha önceki devirlere ait el
yazmalarına çok nadir olarak raslanmaktadır. Karamanlılar kitapların yanı sıra dergiler
ve gazeteler de çıkarmışlardır. Bu gazetelerden en bilineni İstanbul’da
yayınlanan “Anatoli” gazetesidir. Bu gazetenin yazarlarından İoannis
Kalfaoğlu’nun Yunan harfleriyle Türkçe olarak kaleme aldığı “Mikra Asia
Kıtasının Tarihiye Coğrafyası” adlı kitap latin harflerine çevrilerek ve
sadeleştirilerek 2013’ün Şubat ayında Albatros Kitap tarafından yayınlanmıştır.
Bu kitabı transkrip ederek yayına hazırlayan Özge Özgür kitaba yazdığı giriş
yazısında Vala Nuraettin’nin bir anısını aktarmaktadır. Vala Nurettin (Va-Nu)
1931 yılında Atina’ya yaptığı bir seyahat sırasında Karamanlılarla da
karşılaşmıştır. Vala olayı şu şekilde anlatmaktadır:
“Atina’da Türkçe konuşarak
gidiyorduk peşimize yaşlı, kamil, aciz kılıklı kadınlar takıldı.
-Bu gavurlarla idemiyoh...Bir deyin
Kemal’e alıverse bizi içeri gayrık...
temennisinde bulundular.
Gavur dedikleri kendi dindaşları ve yeni millettaşları Atinalılar’dı.”
Bu temenniler ne yazık ki
karşılık bulmamıştır. Hamdullah Suphi Atatürk’ün mübadeleden büyük bir pişmanlı
duyduğunun Celal Bayar tarfından kendisine aktarıldığını yazar.[6]
Yeni bir devletin ve toplumun inşa edildiği Cumhuriyetin ilk yıllarında
Karamanlılar konusuna ilgisiz kalınması doğal karşılanabilir. Ancak ilerki
yıllarda da konuya hem siyaset hem de akademik çevrelerde soğukluk devam etmiş,
hele ki seksenli yıllarda topluma empoze edilmeye çalışılan Türk-İslam Sentezi
düşüncesi nedeniyle büsbütün unutulmuştur. Doksanlı yıllardan sonra konuya çok
az akademisyen ilgi göstermiştir. Karamanlıların üçüncü kuşaktan sonra Türkçeyi
unuttukları ifade edilmektedir.
Aksaray’ın Gülağaç ilçesi
sınırları içindeki Sofular Beldesinin hemen arkasında bulunan ve beldeyle aynı
adı taşıyan vadi de büyük olasılıkla bir Karamanlı yerleşimiydi. Olasılıktan
söz ediyorum çünkü burası üzerinde yapılmış bilimsel bir araştırma yok. Ama
olasılığın büyük olduğunu söylüyorum çünkü yerleşim Güzelyurt ile Derinkuyu
arasında. Kapadokya bölgesi zamanında yoğun bir Karamanlı nüfusa sahipti.
Sofularda iki tarfı kayalık
bir vadi 1,5 kilometre boyunca uzanıyor ve vadi boyunca kayalarla bütünleşmiş
taş evler hüzünlü bir sessilik içinde size bakıyorlar. Tarihinin çok eskilere
gittiği kayalara oyulmuş 13 kilise ve 5 yeraltı şehrinin varlığından belli
oluyor. Taş evler nispeten daha yeni ve 1924 yılında boşaltıldıktan sonra
müslüman ahalinin yerleştiği, camiye çevrilmiş bulunan ve kemerli yapısıyle
dikkati çeken kilisenin varlığından anlaşılıyor. Bu dönemde yeni bir kaç bina
daha ilave edilmiş bulunuyor. Çok fotoğrafik bir mekan olan Sofular Vadisine Kültür
ve Turizm Bakanlığı pek sahip çıkmıyor. Vadideki yapılar zaman zaman
definecilerin tahribine uğruyor. Bazı şahıslar kayaları ve bazı evlerin
duvarlarını “bize her yer Trabzon” gibi yazılar yazarak ve üç hilaller çizerek
kirletmiş durumdalar.
Fotoğraf camiamızın hakkında
pek bilgi sahibi olmadığı bu mekanın tanıtılması ve korunmasına katkının yine
fotoğraflarımız aracılığıyla olacağını düşünüyorum. Bu fotoğrafları o amaçla
çektim. Ayrıca konuya tarihsel bir açıdan baktım. Çünkü Karamanlılardan
kalanların izini hem Anadolu’da hem de Yunanistan’da sürmek büyük bir fotoğraf
projesi olabilir.
[5]
Papa Eftim: Asıl adı Pavli Karahisarlıoğlu’dur. 1884 yılında Yozgat’ın
Akdağmadeni kasabasında doğmuştur. Ankara’da baba mesleği olan manifaturacılık
yaparken bir yandan da dini eğitim almıştır. 1915 yılında memleketi Akdağmadeni’ne
papaz olarak atanmış daha sonra Keskin metropoliti olmuştur. Bu görevi
sırasında milli mücadele başlamış ve 1921 yılnda Büyük Millet Meclisine sunduğu
dilekçe ile bir Ortodoks Türk Patrikliği kurmak için izin almıştır. Aynı yıl
Kayseri’de kurulan patrikhane, mübadeleyle Karamanlı ahalinin Yunanistan’a
gönderilmesinin ardından cemaatsiz kalmış ve İstanbul’a taşınmıştır. Şu an 350
civarında bir cemaati vardır. Mübadeleden Eftim ve ailesi muaf tutulmuştur.
Papa Eftim’in 1963 yılında ölümünden sonra sırasıyla oğulları Turgut ve Selçuk
Erenerol patrklik görveni sürdürmüşlerdir. 2002 yılından bu yana da Selçuk
Erenerol’un oğlu Paşa Erenerol IV.Patrik olarak görevine devam etmektedir. Papa
Eftim’in torunu ve Türk Ortodoks Patrikhanesinin basın sözcüsü olan Sevgi
Erenerol ise şu an Ergenekon davasından hüküm giymiş bulunmaktadır.
KAYNAKÇA:
-ANZERLİOĞLU, Yonca, Karamanlı Ortodoks Türkler, Phoenix Yayıevi, Ankara, 2003.
-DERNSCHWAM, Hans, İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü, Çeviren: Yaşar Önen, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1987.
-EKİNCİKLİ, Mustafa, Türk Ortodoksları, Siyasal Kitapevi, Ankara, 1998.
-HALİKARNAS BALIKÇISI, Merhaba Anadolu, Bilgi Yayıevi, Ankara, 1980.
-İBAR,Gazanfer, Anadolulu Hemşerilerimiz; Karamanlılar ve Yunan Harfli Türkçe, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2009.
-İoannis Kalfaoğlu, Küçük Asya Kıtasının Tarihi Coğrafyası, Yayına Hazırlayan: Özge Özgür, Albatros Kitap, İstanbul, 2013.
-ÖZGÜR, Ramazan, Güzelyurt (Gelveri), Ankara, 2010.
-ŞEMSETTİN SAMİ, Kamus-ı Türkî, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1989.
Emeğinize sağlık Tarık hocam
YanıtlaSilYazınızda bahsettiğiniz bölge hem akademisyenlerce ve hemde tarihcilerce ve aynı zamanda fotoğrafçılarca incelenmesi gereken bir bölge.Tabii mevcut koşullarda tarafsız bir gözle bilim insanı yaklaşımıyla yapılması gereken bu çalışma mevcut koşullarda ne ölçüde mümkünmüdür bir soru işareti.Ancak fotoğrafçılar olarak bölgede yapılması mümkün olan çok çalışma var gibi.
Çok teşekkür ederim İrfan Bey.
SilHocam harika bir araştırma yazısını bir solukta okudum. Bilinmesi gün ışığına çıkartılması gerektiğine yürekten inanıyorum. Bu bilgilerin çoğuna şu an sayenizde sahip olmaktan son derece memnun oldum. Sizi kalbi sevgi ve saygılarımla kutluyorum. Ne kadar donanımlı bir kişilik olduğunuz ve sizi tanımaktan onur duydum.
YanıtlaSilGüzel sözleriniz için çok teşekkür ederim.
Sil